Duras’nın ‘Sevgili’si, yıkık bir yüzün öyküsü
Sevgili” (Can Yay, 1985) adlı romanında Marguerite Duras, çocukluktan ergenliğe geçen bir kızın cinselliği, cinsellikle beraber bedenini; hatta aşkı keşfini, yaşadığı ilk deneyimin ruhunda yarattığı gel-gitleri ve ailesiyle ilgili sorunlarını konu edinir. Eserde Duras’nın yaşamından izler de geniş yer tutar.
Roman kahramanı, 15.5 yaşında, Vietnam’da yaşayan, kendi yüzünü arayan –henüz arayışın başında- Fransız asıllı bir genç kızdır. Bu kız, yıllar sonra ‘yıkık bir yüz’le okurun karşısına geçer ve öyküsünü anlatır.
Çocukluktan ergenliğe geçiş, yüksek topuklu ayakkabılar, fötr şapka, makyaj… Kendini gösterme, kanıtlama, yüzünü bulma çabaları. Ve bu yüz, karşı cinsin bedeniyle temas ederek, ilk hazzı olduğu gibi ilk acıyı da tadar. Bir kaçış, bir sığınış olduğu gibi, bir güven, bir meydan okumayı da içerir bu. Sonra değişir; çizgiler zamanla oturur, derinleşir, yüz kendini bulur. Romanın hemen başında, yıllar sonra bu genç kızın değişen ‘yıkık yüz’üne bakan bir adamın şu sözleri tüm öyküyü özetliyor sanki: “gençlik yüzünüzü şimdiki bu yıkık yüzünüzden daha az seviyordum.” (s. 5). Gençlik yüzü, taze, değişken, tedirgin ve acemidir çünkü. Oysa şimdi, yaşananlardan sonra, çizgiler oturmuş, kendini bulmuş, kendinden emin, yıkık da olsa kendi artık!.. Duras, işte bu ‘yıkık yüz’ün fotoğrafının altını kazıyor “Sevgili”de. Yüzünü bulan kadın, geçmişe dönüyor, hüzünlü bir nağmenin hafızayı okşaması gibi zihnin dalgalanışına bırakıyor kendini, bölük pörçük anılar hâlinde yüzündeki çizgilerin öyküsünü, karşı cinsle ilk temasını, ailesini anlatıyor bize.
Bu yıkık yüzdeki çizgiler, anlatıcı kadının ruhunun derinlerindeki bir hazzın, bir aşkın, bir acının, nefretin, başkaldırının veya öfkenin işareti. Kazıdıkça, altındaki ruh çıkıyor ortaya. Duras’yı başarılı kılan da bu: Yüzün altındaki ruha/ insana, o ruhun derinliklerine inmesi, uçlara dokunması. Her yazar inemez o derinliklere, dokunamaz o uçlara. Nitekim anlatıcı da “… burada aynı gençliğin gizli dönemlerinden, üzerini örttüğüm bazı olgulardan, bazı duygulardan (…) söz ediyorum. (…) yazmak bir ahlâk sorunuydu hâlâ.” (s. 9) cümlesiyle bu zorluğu dile getirir. Bir de bütün bu yıkık ve uç öyküyü, şiirsel, ince bir dille anlatması. Bunlar, Duras’nın başarısı.
Nedir bu çizgilerin altındaki olgular? Birincisi hiç kuşkusuz, genç kızın karşı cinsle (Çinli zengin adam) yaşadığı ilk temas. Bu çizginin altında tensel haz ve arzu var, ama bir kaçış, bir sığınma ve buna karşılık kendini kanıtlama isteği de. Ve tabii acı, ayrılık da…
Bu yıkık yüzdeki ikinci çizginin altında ise aile var; yoksul bir aile. Küçük yaşta kaybedilen bir baba; belki de güvensizlik sebebi. Ama en önemlisi, umutlarını yitirmiş, yıkılmış, yoksul, otoriter, sert sevgisini kızına bir türlü yansıtmayan, kızını örseleyen bir anne. Derin bir yaradır yüzde o, bir eksiklik, sarılamayışın eksikliği, bu eksikliğin doğurduğu kin; “Eşiğinde sessizliğin başladığı yer…” (s. 25). Sevgiyle kinin birbirine karıştığı figür. Ona sonra bir başka çizgi ekleniyor: Öfke, şiddet, kötülük simgesi; kumarcı, esrarkeş, hırsız bir büyük ağabey!.. Merhametin simgesi, ama sonra ölen küçük ağabey. Bir de genç kızı büyük bir tutkuyla seven, gerçek hazzı onda bulan, uzun süre onu unutamayan Çinli âşık.
Yıkılmış bir yüzün –aslında yüzlerin- altında aşkın, arzunun, hazzın, acının, öfkenin, unutamayışın, alışmanın, boyun eğişin, yoksulluğun öyküsünü buluyoruz “Sevgili”de. Her yüzde büyük bir öykü yok mu? Asıl büyük sanatkâr da yüzlerin arkasındaki o büyük öyküyü görebilen ve incelikle anlatabilen değil mi zaten?..