Doğal kültür, bahçe kültürü ve avlak bekçileri
Zygmunt Bauman, “Yasa Koyucular ile Yorumcular” (Çev. Kemal Atakay, Metis Yay., 207) adlı eserinin “Bahçıvanlara Dönüşen Avlak Bekçileri” (s. 65-84) başlıklı bölümünde modernitenin ortaya çıkışını ‘vahşi kültür’den ‘bahçe kültürü’ne dönüşme süreci olarak açıklar. Gerçekten dikkat çekici ve mantıklı bir açıklamadır bu.
Konuyu anlayabilmek için önce vahşi kültürü -ben tabiî kültür demeyi tercih ederim- tanımlamak gerek. Tabiatın kendine göre kanunları var ve hayat, tabiatta bu kanunlara uyuyor. Oysa insanla münasebeti düşünüldüğünde tabiatın işleyişi keyfîdir. Çünkü orada insanın kanunları geçerli değil! Tıpkı yabanî otlar gibi beşer tarafından ekilmemiş, tasarlanmamış ve beslenmemişlerdir. Ernest Gellner’in dediği üzere vahşi kültürde varlıklar “kendilerini bilinçli bir tasarım, nezaret, gözetim ya da özel bir beslenme olmaksızın yeniden üretirler” (s. 65). Oysa bahçe kültürü, insanın tabiata müdahalesiyle inşa edilir, yapaydır. Bu kültürün gelişmesi, büyümesi, yeniden üre[t]mesi için tasarıma, gözetime, beslenmeye ve bakıma ihtiyacı vardır. Aksi takdirde tabiî kültür, bahçe kültürünü alt-üst eder. Bu bakımdan bahçe kültüründe sürekli bir denetim olmalıdır. O hâlde şöyle söyleyebiliriz; modernizm, insanın tabiata, vahşi kültüre egemen olma savaşıdır, bu nedenle de en bariz vasfı denetim, tasarım ve gözetimdir.
Devlet ve modern toplum, bir bahçe kültürü ürünüdür: Yapay, denetleyen, gözetleyen ve tasarlayan!.. Bu durumda bahçe kültürüyle beraber bir ihtiyaç doğar. Mademki bahçe kültürü vardır, o hâlde bu bahçeyi vahşi kültürden; ayrık otlarından, dikenlerden koruyacak, sulayacak, besleyecek, temizleyecek; kısaca denetleyecek, gözetleyecek bir bahçıvana ihtiyaç vardır. Bauman diyor ki, işte “Moderniteyi yaratan iktidar (devletin pastoral iktidarı), bahçıvan modeli üzerine kurulmuştur.” (s. 66). Ben bunu şöyle değiştireyim; modernitenin yarattığı iktidar, bu bahçıvan modelidir…
Modernleşen veya modernleşmeye çalışan tüm toplumlar gibi Türkiye de bahçe kültürünün ürünüdür. Edebiyatımız da uzun bir süre bahçıvanın isteği doğrultusunda ‘modern bir bahçe’ inşa etmeye çalışan; dolayısıyla vahşî kültüre; ayrık otlarına karşı verilen mücadeleyi anlatan öykülerle doludur. Meselâ Halide Edip’in “Vurun Kahpeye”sinde Aliye öğretmen, tam da vahşi kültür ortasına -Anadolu’da bir kasabaya- düşmüş, oradaki dikenleri, ayrık otlarını temizlemeye; araziyi yeniden dizayn etmeye çalışan bir ‘bahçe kültürü savaşçısı’dır.
Bana göre doğal kültürdeki insanla bahçe kültüründeki insan arasındaki farkı Nailî-i Kadîm’in şu beyti çok güzel ifade eder:
“Mestâne nukûş-ı suver-i âleme bakdık
Her birini bir özge temâşâ ile geçdik”
Doğal kültürde insan, evreni ve varlıkları temâşâ eyler; son kertede müdahil değildir, denetle[ye]mez, ama Bauman’ın deyişiyle belki avlak bekçisidir. Nedir avlak bekçisi? Onun araziyi dizayn etme gibi bir çabası yoktur. Sadece kendisine emanet edilen bitki ve hayvanların -toplumun- sorunsuz biçimde yaşama ve üremelerini güvence altına almaya çalışır. Yine Bauman’dan ilhamla belirteyim; modernite öncesinde yönetici sınıf âdeta Tanrı’nın yeryüzündeki elçisi gibi “kolektif bir avlak bekçisi”ydi (s. 66).
Son söz: Modernizme göre tutku -Bauman tutku diyor, ben aşk deyim- doğal kültürün, akıl ise bahçe kültürünün yaşatan gücüdür. Modernizm, doğal kültürle bahçe kültürünü, aşkla (doğa)-aklı (beşeri irade) birbirine rakip gördü, doğal kültürü ve aşkı medeniyetin âdeta düşmanı ilân etti. Sonuçta din adamları ve sanatkârlar dahi bahçeyi dizayn eden iktidarın ‘sözcü’sü oldular. Oysa dinde ve sanatta ne aşk akılsız ne de akıl aşksız yapabilirdi. Aşksız ilim mi olurdu, ilimsiz aşk var mıydı?..
İyi kitap Bauman’ın “Yasa Koyucular ile Yorumcular”ı.