Dil, sanat, cinsellik ve psikoloji
Cinsellik, insan varlığının ve psikolojinin en önemli anahtarlarından biri galiba. Gerçi insan sadece ‘cinsel bir varlık’ değil elbette; ama birçok psikolojik sorunun kökünde şöyle ya da böyle cinsellik de var.
Herhâlde bundan olsa gerek sanat eserlerinin en çok deştiği, üzerinde en çok durduğu konulardan biri de bu. Nitekim öykü yazarı Özcan Ergüder’e bir röportajda bu konu “Hikâyelerinizde insanın cinsel eğilimleri üstünde neden bu kadar ısrarla duruyorsunuz?” diye sorulmuş (“Yenilik”, S. 55, 1957). Ergüder’in cevabı, cinselliğin hem insan hayatında hem de edebiyatta neden bu denli geniş yer tuttuğunu açıklaması bakımından önemli. Şöyle diyor:
“Ben on beş yaşındayken mektepte bir İngiliz öğretmen bana ve birkaç arkadaşıma Freud’u tanıttı. Daha hemen o zaman, on beş yaşında, insan hayatındaki en önemli şeyin cinsiyet olduğunu, hem de yalnız fikir olarak değil, kendimde de hissederek anlamıştım. İnsanın bütün faaliyetlerine, ne bileyim, kahramanlık, idealizm gibi şeylere bile yön veren şeyin cinsiyet olduğuna inanıyorum. Sonra insanın derin taraflarına da bu yönden inmek biricik yol gibi geliyor bana.”
Bu arada geçenlerde Nurdan Gürbilek’in “Mağdurun Dili” (Metis, 2018) adlı kitabında “Tarihte Mağlup, Üslupta Galip” (s. 89-111) bölümünü okudum. Cemil Meriç’i ele alan kuşatıcı, özgün, güzel bir yazı. Gürbilek yazısında Meriç’in üslubunun, öfkesinin, düşünce ve inançlarında meydana gelen dalgalanmaların arkasındaki psikolojik ve sosyolojik çekmecelere, özel odalara giriyor, deyiş yerindeyse yazarın bilinçaltında dolaşıyor. Bu mahrem alanlarda bulduğu ilk olgu “mağlubiyet psikolojisi”. Meriç’in patetik, öfkeli, heyecanlı, hatta kimi kez saldırganlaşan dilinin ardında ötelenmiş, küçümsenmiş bir mağlup psikolojinin yattığına işaret ediyor. Mağlubun psikolojisi ilkin merkez-taşra çatışmasıyla vuruyor su yüzüne. Belli ki Meriç de merkez tarafından görmezden gelinmiş, küçümsenmiş bir aydın olarak görüyor kendini. Nitekim Recaizade Mahmut Ekrem ile Muallim Naci arasındaki çatışmayı “bahtiyar -bence mağrur- İstanbulluyla öfkeli Anadolu adamının gurur sürtüşmesi” şeklinde sunması önemli bir ipucu… Kanaatimce eleştirilerinde yer yer saldırganlaşan; hatta sıkça eril ve dişil benzetmeler kullanan bu gerilimli dilin arkasındaki olgulardan biri de ‘kadın sorunu’. Nitekim Gürbilek de değiniyor buna. “Jurnal 1” (İletişim Yay., 2016, s. 101-102)de Meriç’in kadınlarla olan sorunlu ilişkisini, bu konudaki kaygılarını ve bunun doğurduğu ruh hâlini bulmak mümkün. Meselâ şu sözler önemli:
“Tenin açlığı, gönlün açlığı. Yaşamadım. Çocukluğumu gençliğimi, yaşamadım. Hep kafamın üzerinde yürüdü vücudum. Seni seviyorum sözünün bir yalan, bir teselli, bir alay olarak bile muhatabı olamamak. Muhatabı ve mütekellimi.” (Jurnal 1, s.151)
Konu Meriç değil elbet. Sanatçı ve aydınların dil ve eserlerindeki bazı psikolojik hâllerin köklerinde çeşitli cinsel olguların bulunduğuna, eserlerin bu yönden de incelenebileceğine dikkat çekmek. Benzer bir olguya Carson McCullers’in “Altın Gözde Yansımalar” (Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2020) adlı romanında da rastlamıştım. Cinsel sorunları bulunan Yüzbaşı Penderton’un, bu eksikliğin doğurduğu öfke, nefret ve kıskançlıkla eserde erilliği ve cinsel gücü simgeleyen at’ı -atın adının Firebird (ateş kuşu) olması önemli- bir gün çılgınca koşturup kıyasıya kamçılaması, romanın ana olayıydı ve elbette bir psikolojiyi yansıtıyordu.
Tabii sonuçta şunu belirteyim: İnsan, sadece cinsel bir varlık değil, Cemil Meriç’in dediği gibi psikozlarımızın tüm nedenlerini sadece “şuuraltının lağımları”nda (Jurnal 1, s. 142), “annemize karşı beslediğimiz itiraf edilmez şehvette”, “babamıza duyduğumuz hayvanca kıskançlıkta” (s. 142) aramak yanlış! Ama yabana atmamak da lâzım.