Dalgınlık
Bugün dalgınlıktan bahsedeceğim; ama önce edebiyatımızın meşhur dalgınlarından Peyami Safa’nın babası şair-i maderzad (anadan doğma şair) İsmail Safa Bey’in bazı dalgınlıklarını anlatayım.
İbnülemin Mahmud Kemal’in “Son Asır Türk Şairleri”nde okumuştum. Safa merhum, kardeşi Ali Kami Akyüz’ün ifadesine göre; “Zihnen daima meşgul olduğundan dalgınlığı arkadaşları arasında darb-ı mesel hükmünde” imiş. İbnülemin, bazı dalgınlıklarını kaydetmiş. Ondan naklediyorum:
Safa, bir gün arabayla okula gitmiş, içeri girerken şemsiyesini arabada unuttuğunu sanıp elindeki şemsiye ile arabacıya işaret ederek; “Şemsiyemi arabada unuttum. Bana getiriver demiş!”
Bir başka gün de tramvaya binmiş, bilet parası vermek için çantasından çıkardığı parayı cebine koyup çantasını biletçiye vermiş!
Bir gün de Köprü’den geçerken -para alan ve bozanların oturdukları- barakanın önünde durarak iki kuruş uzatmış, “Bana ikilik Bafra tütünü veriniz” demiş!”
Belli ki şairin zihni sürekli meşgul, dış dünyadan kopmuş, içinde bir yerlerde, dipte dolaşıyor duruyor!..
Ben de merak ettim, dalgınlık nedir deyip önce sözlüklere baktım. Dalgınlık, açık ki Türkçe dalmak kökünden geliyor. Dalmak deyince hemen tüm dillerde, yukarıdan aşağı, dibe inmek anlaşılıyor. Dalgın ise bu fiilden üretilmiş bir sıfat fiil (ortaç). Hayale dalma, uykuya dalma, rüyaya dalma, okumaya dalma gibi kullanımlara bakılırsa bu bir hâl; bir bölünme durumu, bölünmenin yarattığı dikkatsizlik, konsantre olamama, şaşırma, unutkanlık ve gayr-i ihtiyarî davranışları içeriyor.
Böyle dalgınlık nedir diye düşünürken, Xavier de Maistre’in “Odamda Yolculuk” (Sel Yay., 2019) romanında bu konuda ilginç bilgilere rastladım. Gerçekten dalgınlığın ne olduğunu çok iyi açıklayan bir bölümdü. İşte dedim dalgınlık tam da bu! Size okuduklarımı özetleyeyim. Eserin VI. bölümünde roman kahramanı “insanın ruh ve hayvan” olmak üzere iki unsurdan oluşur der. Hayvan dediği şey, belli ki bedendir. Ruh insandaki yasama gücü ise, beden yürütme gücüdür. Ama bu iki güç daima bir uyum içinde mi hareket eder? Hayır! Kimi kez ruh hayvana boyun eğdirmek istese de öteki öfkeli bir tepkiyle ruha aykırı davranabilir! Yani yürütme gücü, yasama gücüne karşı gelebilir. Darbeler de böyle oluyor, yürütme gücü (beden) yasama gücüne (ruha) karşı geliyor. Bu da bir tür ‘antidemokratik dalgınlık’. Neyse biz konumuza devam edelim. İşte böyle bir durumda insanda iki güç (ruh ve beden) çatışır veya farkında olmadan biri bir yana diğeri bir yana gidebilir. Onun için romanda deniyor ki; “Hanımlar, beyler, zekânızla canınız istediği sürece gurur duyun; ama ötekine pek güvenmeyin, özellikle de birlikteyseniz!” (s. 16) Ama dâhinin becerisi işte buradadır. Kahramanımızın şu sözleri bence mükemmel. Diyor kİ; “Dahi bir insanın en büyük meziyeti, hayvanını (bedenini) tek başına yürüyebilecek şekilde yetiştirmeyi iyi bilmesidir; böylece bu zahmetli ilişkiden kurtulan ruh ise göğe kadar yükselebilir.” (s. 16)
O hâlde yapılması gereken ruhla beden âhengini sağlamak! Ruh bir yere beden başka bir yere gitmeyecek… Ama gitmez mi? Gider! Örneğin bir kitap okurken, hayalinizde âniden bir fikir canlanır ve ruh onun peşinden giderken, gözleriniz satırları mekanik olarak takip etmeyi sürdürür, ne okuduğunuzu anlamadan okumaya devam edersiniz. Roman kişisi bir başka örnek daha veriyor. Bir yaz günü saraya gitmek üzere yola çıkmıştır, bütün sabah resim yapmıştır ve ruhu resim üzerine düşünmektedir… Ruh resim üzerine düşünürken, öteki (beden) emir aldığı gibi saraya gitmek yerine yoldan çıkar, tam sola sapmıştır ki ruh onu yakalar, ama yakaladığında kraliyet sarayının yarım kilometre ötesindedir.
İşte dalgınlık budur: Ruh bir yerde, beden başka bir yerde!..