Gazze diplomasisi ve iç politika
Gazze’de büyük bir dram yaşanıyor. Koca İslam dünyasının İsrail vahşetine dur diyememesi gibi bir olgu da İslam toplumlarının iç acısı halinde gündemde.
Bu gibi durumlarda dünya devletlerinin de hani insanlık adına devreye girememesi, en azından geç girmesi, çağdaş insanlık adına utancın göstergesi.
Küresel “Siyonist abluka”, devletlerin insani reflekslerini dümûra uğratmış bulunuyor.
Bu durumda Tayyip Erdoğan’ın ve Türkiye’nin hem İslam dünyasından hem de dünyadan farklılaşmış olması insanlık adına bir umudu ifade ediyor.
Doğrusu Tayyip Erdoğan, Gazze konusunda Siyonist ablukayı ve o alanda negatif propagandaları da göze alarak, bun insanlık sınavında doğru bir yerde duruyor ve küresel boyutta bir insani misyonu canlı tutmaya çalışıyor.
Bu alanda oluşturulacak dilin özenle belirlenmesi gerekiyordu, buna özen gösterildiği anlaşılıyor. Bu dilin ana çerçevesi “İnsani ortak payda”yı dikkate almak olmalıydı, ona da özen gösteriliyor. Bir ara “Bu bir Haçlı – Hilal savaşıdır” dendi, ben bunun bu zemine çekilmesinin doğru olmadığını yazdım, çünkü dünyada “Gazze hassasiyeti”ni sergileyen topluluklar arasında pek çok Hristiyan da vardı.
Bunu “Yahudi karşıtlığı” zeminine bile sürüklememek gerekiyordu, çünkü bunun hem dünyada epey zemin bulmuş “anti semitizm” suçlamasına hedef olma riski vardı hem de “Gazze vahşeti” ile “Netanyahu antipatisi”ni birlikte gören pek çok Yahudi topluluğu, İsrail’de – Dünyada, gösterilerle tepki koymaktaydı. Erdoğan söylemlerinde buna da itina etti, hem Gazze konusundaki vahşet suçlamasında Netanyahu çirkinliğini öne çıkardı, hem de Batı dünyasının “Siyonist abluka” yüzünden insani manada özürlü duruma düşmesinin altını çizdi.
Erdoğan’ın Almanya dönüşünde uçakta söylediği şu sözleri, tüm bu hassasiyetlerin ürünü olarak değerlendirdim.
Sanki tam da bunları dillendirmesi zeminini hazırlamak için soru şöyle soruluyor;
“Sizin de saydığınız gibi ABD, Avrupa ülkeleri, dünyanın bir ucundan diğerine kadar yüz binlerce insan hem İsrail’i hem kendi ülkelerinin pozisyonlarını protesto ediyorlar. Siz, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak da bu davaya önderlik eden bir isimsiniz. Bütün bu sokaklardaki milletlere, içlerinde çoğunlukta olmasa bile Yahudi asıllı olanlar da bulunuyor, ne söylemek istersiniz?
Erdoğan da şöyle konuşuyor:
“Yani benim bakışım şu, herhangi bir etnik unsur ayırt etmeden Müslüman’ı, Hristiyan’ı, Musevi’siyle, hiçbir ayrıma gitmeden, olaya insan unsuru itibariyle bakmamızın gereğine inanıyorum. Şu anda insanlık feryat ediyor.
Onlar tarihin doğru tarafında duranlardır. Günlerdir konuşuyoruz, Holokost cenderesinde Batı toplumu doğru bir sınav veremedi, tarihin yanlış tarafında durdu. Bosna’da, Kosova’da yine aynı şekilde yaşanan katliamlar görmezden gelindi, sessiz kalındı. Irak’ta, Suriye’de yine utanç verici sessizlik hakimdi.
Bu kez öyle olmadı. Ülkelerin yönetimleri yine bildiğiniz gibiydi ancak, halklar artık ‘yeter bunca zulüm’ diyor. Gazze’de öldürülen bebekleri görüyor, isyan ediyorlar. Sokaklardan yükselen ses bir vicdani haykırıştır. Sokakların çağrısı İsrail’i her geçen gün köşeye sıkıştırmaktadır. O sese kulak tıkayan siyasetçiler çok yakında bunun karşılığını halklarının demokratik tepkisiyle alacaklardır. Halklarının gözünde İsrail yanlısı tutumlarıyla soykırım destekçisi durumuna düşen liderlerin bir an önce bu yanlıştan dönmesi gerekir. Vakit çok geç olmadan İsrail’in arkasında saf tutan devletlerin yönetimleri, uluslararası hukuka, insan haklarına, vicdani ve ahlaki değerlere uygun bir zemine gelmeli ve bu suçlara ortak olmamalıdır.”
Bu yaklaşım, bu dil, gerçekten hassas, toparlayıcı, ortak insani tepkileri besleyici bir dildir.
Ancak bütün bunları söylerken sayın Cumhurbaşkanı birdenbire konuyu iç politikaya getiriyor ve konuyu mahalli seçimlerle da irtibatlandırarak muhalefete yönelik ağır ifadelerde bulunuyor. Şunlar da sayın Cumhurbaşkanının “Siyonizme karşı dik duramayış” olarak nitelediği Batılı ülkelerin tavrını yargılarken araya yerleştirdiği iç politikaya ilişkin cümleler:
Maalesef Türkiye’de de buna mağlup olan, mağlup olmanın yanında onların eşiğinde giden yapılar mevcut. Bunların içinde siyasi yapılar da bulunuyor. Mesela ana muhalefetin başındaki isim Netanyahu’nun ağzıyla konuşuyor. Benim ülkemde ana muhalefetin başındaki insan Netenyahu’nun ağzıyla konuşursa, Türkiye’de bizim topraklarımızın suyundan hiçbir şey alamamış demektir. Bunlara gereken dersi vakti saati geldiğinde ben inanıyorum ki benim milletim verecektir. Yine bakıyorsunuz ana muhalefetin başını çektiği ittifakın içerisinde yer alanlardan, Siyonist yapıyla beraber hareket edenler bulunuyor. Bunları tek tek saymama da gerek yok. Fakat benim milletimin iradesi bunların hepsinin iradesini ters yüz edecektir. Yaklaşık 4,5 ay sonra gereken cevabı milletimden alacaklarına ben inanıyorum.”
“Netanyahu’nun ağzıyla konuşmak”, “Siyonist yapıyla beraber hareket etmek” ve “Seçimlerde ağzının payını vermek….”
Bunlar kısa günün karı tarzındaki siyasi hesapları yansıtıyor. Zaten ortada 2019 seçimlerinden kalma “Sisi mi Binali Yıldırım mı?” gibi bir siyasi hafıza var. Şimdi de Mart 2024’te “Netanyahu ağzı” söylemleri mi meydanlara çıkacak?
CHP’nin yeni genel başkanı Özgür Özel, ilk günlerde, dünyadaki yaygın kampanyaya uyarak Hamas’ı “Terör örgütü” olarak niteledi ve ben bu sütunlarda bunun yanlış olduğunu yazdım. 9 Kasım tarihli yazımın başlığı “Özgür Özel’in problemli Hamas yaklaşımı” şeklinde idi.
Özgür Özel son grup konuşmasında dünyadaki sol - sosyalist grupların Gazze için harekete geçmesi yolunda çaba göstereceklerini ve yardım için Filistin’e gideceklerini ifade etti.
Ben şahsen Erdoğan’dan Gazze konusunda iç siyaset hesabıyla dışlamaları değil, uluslararası planda yapmaya çalıştığı gibi ortak cepheyi büyütmeyi tercih etmesini beklerim. Gazze böyle bir olay. Birisinin bir adımı ile bir çocuk daha kurtulacaksa, siyasi hesap bırakılmalı bir yana…