Cumhur olmak- Cumhuriyet olmak
“Cumhuriyet”i bir de “Cumhur”un ortak idealler noktasında aynı heyecanı taşıması olarak ele almak gerekir diye düşünüyorum.
Hani “Tasada ve kıvançta – Kederde ve sevinçte bir olmak” ifadesi bunun için söylenmiş olmalıdır.
Keder ve sevinç, paylaşılması görece kolay paylaşılan duygulardır, hemen içine alıverir sizi. Dolayısıyla aynı ortak iklim, kolayca bütünleştirir.
“Atatürk milliyetçiliği”nin bir çok yazar tarafından “tasada ve kıvançta ortak bir millet inşası” olduğu belirtilir.
20 küsur yıldır Başbakan ve Cumhurbaşkanı sıfatlarıyla Türkiye’yi yöneten Tayyip Erdoğan’ın “Tek millet, tek bayrak, tek vatan …” diye devam eden söyleminin de tasada – kıvançta ortak bir toplumu hedeflediği aşikardır.
“Cumhuriyet’in kuruluşundan 100 yıl sonra geldiğimiz noktada “Cumhur’un bünyesi” tam da bu Cumhuriyet idealini temsil ediyor mu?” sorusu önemini koruyorsa, önemli bir sorunla karşı karşıyayız demektir.
Bir süredir kimsenin gözünden kaçmamıştır, evet, ülkeyi yöneten kadro da, “Cumhuriyet’in sembolleri” diye nitelenebilecek alanlarda belli bir hassasiyet göstermeye gayret ediyor. Diyelim Atatürk ismi, diyelim 10 Kasım’lar, diyelim 29 Ekimler, diyelim Anıtkabir ziyaretleri… Ama bütün bu hassasiyetlerin yeterli görülmediği, siyasi iradenin bunları kerhen yaptığı kanaatiyle, iktidara muhalefetin Atatürk ve Cumhuriyet sembolizmi etrafında geliştirilmek istendiği ve bunda bir ölçüde başarılı da olunduğu gibi bir durum var.
Geçmişte “Cumhuriyet mitingleri” bunun aleni ifadesiydi. Bugün o boyutta bir “muhalefet dili” ortaya konamıyor ama herkesin her şeyin farkında olduğu da bir gerçek.
Atatürk’ün ideolojik çizgisi neydi ve “Kurucu irade” olarak işi ele aldığında hangi takvimde “tasada kıvançta ortak bir millet” olabilmeyi ümit etmişti?
Atatürk’ün birlikte yola çıktığı arkadaşlarıyla “vatanı kurtarma” ideali etrafında bir bütünleşme sağladığında kuşku yok.
Ancak sonraki dönemde yol arkadaşlarından da ayrılıyor. İlk siyasi ihtilaflar, bir anlamda kurtuluş savaşında yol arkadaşlığı yaptığı insanlarla gerçekleşiyor. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka kurucuları ile öylesine dramatik kopuşlar olmalı mıydı? Mesela Ecevit’in “Gardrop devrimleri” dediği devrimler Devrimler dramatik sonuçlar doğurmalı mıydı?
Biliniyor ki Atatürk’ün vefatından 12 yıl sonra onun kurduğu parti travmatik bir mağlubiyet yaşayacak ve ondan sonra da tek başına iktidar yüzü görmeyecekti. 2020’lere gelindiğinde de yine O’nun kurduğu partinin lideri “Geçmişte yanlışlar yapmışız” diyerek toplumun geniş kesimleriyle “Helâlleşme” süreci başlatacaktı.
Bugün, Atatürk’ten bile fazla bir dönem (Atatürk 15 yıl – Erdoğan 21 yıl) iktidarı elinde bulunduran bir kadro, Cumhuriyet’in 100’üncü yılında “Türkiye Yüzyılı” diye bir hedefle yol alıyor. “Tasada – kıvançta ortak millet olma” noktasında neredeyiz?
“Kamplaşma”dan söz ediyoruz bugünün toplumsal gerçeği üzerine konuşurken… Ben hep, Cumhurbaşkanı’nın “milletin birliğini temsil” rolünün, en çok, bu toplumun “İslam toplumu” diye nitelenmesinden yola çıkarak diyelim “muhafazakâr bir siyasetçi” tarafından önemsenmesi gerektiğini ifade ettim.
Şunu da yazdım: Mustafa Kemal Paşa keşke Cumhuriyet için yola çıkarken, Kurtuluş Savaşı’nı onların şehadet duygularına, vatan sevgilerine hitap ederek kazandığı dindar toplum kesimlerinin hassasiyetlerini gözeterek ilerleseydi. Bu cümlemi yadırgayanlar olabilir ama Mustafa Kemal’in insanları vatan savunmasına hazırlarken, hocaların, şeyhlerin toplumsal etkinliğinden yararlanacak, İslam dünyasını “Hilafet merkezinin kurtuluşu” için göreve çağıracak bir stratejik bilinci ortaya koyduğunu biliyoruz. Toplumun gelecek on yıllarını, belki 100 yılını etkileyecek bir toplumsal barış tasarımı yapılması, ya da kimlik yarılmasını önlemek için tedbirler alınması da mümkündü, diye düşünüyorum.
21 Yıllık Ak Parti iktidarına baktığımızda… Orada iktidarı kontrol etme refleksinin yanında, toplumdaki kimlik yarılmasını hiç olmazsa zaman içinde tedavi edecek bir proje oluşturmak, bana göre Türkiye’nin gelecek yüzyıla ilişkin misyonunu dikkate alan “muhafazakâr demokrat iktidar”ın hassasiyet alanı olmalıydı. Başlangıçta böyle bir perspektif vardı da… Devlet – Toplum ilişkilerinde problemli alanları tedavi noktasında epeyce düşünce – proje geliştirildi, adımlar atıldı. Sonra?
Sonra yüzde 50 artı 1’e erişmek için “kamplaşma”ya yatırım yapılan günlere gelindi…Kendi toplumsal alanını konsolidasyon, konsolidasyon, konsolidasyon… Tabii, sıkışmışlık psikolojisi ile karşıt alanları da konsolide ettiğimizi görmezden gelerek…
Ne yapacağız şimdi?
Cumhuriyet için farklı heyecanlar yaşıyoruz.
Toplumu bir arada tutacak değerler için farklı duygular taşıyoruz.
Ne dersiniz, yoksa aynı şeye üzülmek, aynı şeyden dolayı sevinmek, aynı başarılarla gurur duymak gibi “Ortak payda arayışı” bir eski zaman beklentisi mi? Zaman gemisini yürüten kaptan zamanı mı?