Uçacaktık, uçacaktık… Havalara uçacaktık…
Hatırlıyorsunuz değil mi? Ev almaktan ev satmaya, dış politikadan iç politikaya, ülkenin istikrarını sağlayacak, istihdamı artıracak, Meclis’teki milletvekilini de sokaktaki vatandaşı da güçlendirecek, ülkemize kazandırdığı itibarın büyüklüğü ile bütün dünya ülkelerini kıskandıracak hatta çatır çatır çatlatacak bir sistem geliyordu…
Öyle bir hükümet sistemi geliyordu ki ülkeye zarar verecek en ufak bir yan etkisi olmayacaktı. Ancak, sistem daha birinci yılında arıza vermeye başladı, Ömer Çelik’in ifadesiyle “Yer yer kireçlenmeler, bazı yerlerinde de tıkanmalar” oluştu. İktidar milletvekilleri CB hükümet sisteminde kendilerini “Züğürt Ağa” gibi hissettiklerini ifade ediyorlar…
Dahası yüzde 51.4 ile kabul edilen sistem ikinci yılını doldurmadan desteğini büyük oranda kaybetmiş durumda, kamuoyu araştırmaları toplumun yüzde 65’inin parlamenter sistemi istediğini gösteriyor, bu oran her geçen gün artacak gibi de duruyor.
Yeni sistem Türkiye’yi özellikle ekonomi de uçuracaktı ama bugün Türkiye’nin bir numaralı gündeminde ekonomik kriz var. Bu krizin ne kadar derinleşeceği de belli değil. İşsizlik aldı başını gidiyor, Türkiye genç işsizlik oranında dünyada ilk beşinci sırada, genç işsizliğin oranı yüzde 30’lara dayanmış durumda.
İktisatçılar ekonominin artık yönetilebilir olmaktan çıktığını vurguluyor, enflasyonun daha da artacağını, işsizlik oranlarının yüzde 16’ları göreceğini ifade ediyorlar.
Bu durumda sormak hakkımız: Hani bu sistem Türkiye ekonomisini uçuracaktı! Sahi biz bugün neden ekonomik krizi ve Türkiye’nin bu krizden nasıl çıkacağını konuşuyoruz?
Sonuçta ekonomik krizin sebebi korona virüs değil, bilakis Türkiye bu salgına ekonomisi kötü durumdayken yakalandı.
Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu ülkemizdeki ekonomik krizin sebebini şöyle açıklıyor: “Siyasal kriz, hukuk krizi, adalet krizi ve en önemlisi yönetim krizi yaşadığımız için ekonomik kriz yaşıyoruz. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi etkin olmadığı gibi hem keyfi bir yönetime yol açtı hem de TBMM’yi etkisizleştirdi.”
Türkiye’nin bu durumu hakkında “Ülke adeta karanlık bir tünelin içinde” benzetmesi yapan DEVA Partisi lideri Ali Babacan, katıldığı programlarda, yaptığı açıklamalarda ekonomik krizin sebepleri üzerine özetle şunları söylüyor:
“Başkanlık sistemiyle ilgili birçok argüman karşılıksız kaldı. Başkanlık sistemine geçtikten iki ay sonra Türkiye’de büyük bir ekonomik kriz baş göstermeye başladı. Sadece ilkelerde değil değerlerde de sapma meydana geldi. Türkiye’de her alanda sorunlar büyüdü. Hükümetin aşırı müdahalesi, Merkez Bankası’nın bağımsızlığının tamamen ortadan kalkması, kurumsal yapıların güvenirliğini yitirmesi, zayıflaması…”
Sayın Davutoğlu da Sayın Babacan da ekonomik krizin en büyük sebebi olarak hükümet sistemini gösteriyor.
Soru şu: Peki Türkiye bu türbülansın içinden nasıl çıkacak?
***
Ahmet Davutoğlu liderliğindeki Gelecek Partisi’ne göre de Ali Babacan liderliğindeki DEVA Partisine göre de Türkiye’nin bu ekonomik krizden çıkması oldukça kolay.
Hatta Sayın Babacan’a göre ekonominin düzelmesi “Parmak şıklatmak” kadar basit ve gerekli olan süre de “30” gün. Şöyle diyor:
“Pazar günü seçimi kazansak, 30 günde ekonomiyi ve kurumları toparlarız.”
Buradaki asıl vurgu, sihirli söz kurumlardır.
Neden? Çünkü kurumsal ve hukuki güvenin sağlanmadığı bir ülkenin ekonomisinin düzelmesi mümkün değildir. Gelişmekte olan bir ülkenin iktidar partisi istediği kadar “Ekonomik kalkınma programları”, tonlarca “Yapısal reform” paketleri açıklasın… Tek başına ekonomiği restore edecek politikalar yeterli olmaz, beraberinde kurumsal ve hukuki güveni restore edecek adımları atması gerekir.
DEVA Partisi Ekonomi ve Finans Politikaları Başkanı, eski hazine müsteşarı İbrahim Çanakçı kurumların önemini şöyle anlatıyor:
“Türkiye geleceğe yönelik potansiyele dayanarak büyüyebilen bir ülke. Yurt içi ve yurt dışı yatırımcılar Türkiye’nin bu potansiyeline dayalı olarak yatırım yapıyorlar. Ve ülkemizde bu yatırımlar sayesinde kalkınmasını sağlıyor. Bunun olabilmesi içinde yargı gibi Merkez Bankası gibi, BDKK gibi güçlü kurumların olması, bu kurumlara ve uygulanan politikalara güven duyulması çok önemlidir.” (Karar Tv, 1 Haziran)
Türkiye’de yatırım ortamının güçlendirilmesi için ön koşulun “Kurumlara güven” olduğunu ifade eden, Gelecek Partisi Hazine ve Maliye Politikaları Başkanı Serkan Özcan şöyle diyor:
“Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yatırım ortamının güçlendirilmesi için öncelikli koşul, öngörülebilirliğin sağlanmasıdır. Öngörülebilirlik için ise itibarlı kurumlara ve kuralların herkese eşit uygulandığı daha da önemlisi oyunun ortasında kuralların değişmediği bir sisteme ihtiyaç vardır. Çünkü yatırım; demokrasinin, hukukun, açıklığın ve serbest kambiyo rejiminin olduğu ülkeleri tercih eder.”
Dünyada en çok alıntı yapılan 10 ekonomist arasında yer alan saygın iktisat bilimci Daron Acemoğlu, Türkiye’nin bu sıkıntıdan çıkıp yeniden “Sağlıklı” ekonomik büyümeye geçebilmesinin “Yabancı sermaye” ile mümkün olduğunu, bunun içinde en önemli faktörün “Kurumlar ve kurallar” olduğunu söylüyor.
Dünya Ekonomik Forumu (WEF) “Kurumları ve kuralları zayıf olan” bir ülkede ekonomik verimliliğinin düşük, “Kurumları ve kuralları güçlü” bir ülkede ekonomik verimliliğin yüksek olduğunun altını çiziyor.
Yani, siz istediğiniz kadar “Ekonominin şöyle uçacağını, ülkenin böyle kalkınacağını” söyleyin… Sonuçta hangi sistemi getirirseniz getirin, getirilen sistem “Kurumları” güçlendirmiyorsa, “Kuralları” zayıflatıyorsa, hukuki değerleri alaşağı ediyorsa… O ülkenin ekonomisi uçmaz, krize girer, çöker…
Türkiye’nin sağlıklı bir ekonomik büyümeye geçebilmesinin şartı yabancı sermaye ile mümkün. İktidar “Kurumların ve kuralların” zayıfladığı böylesi bir dönemde yabancı yatırımcıyı cezbedecek “Teşvik programları” açıklansın, bir fayda sağlamaz.
Merkez Bankası Başkanı’nın “Laf dinlemediği” gerekçesiyle görevden alınabildiği bir ülkenin kurumlarına güven duyulabilir mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan bağımsız Merkez Bankası Başkanının görevden alınmasını partisinin grup toplantısında şu sözlerle açıklamıştı:
“Merkez Bankası Başkanı’nı görevden aldık, çünkü laf dinlemiyordu.” (5 Kasım 2019)
Türkiye’nin potansiyeli ne kadar büyük olursa olsun, bu açıklamayı duyan yabancı yatırımcılar ne düşünür?
Bağımsız bir kurumun başına böylesi bir müdahalenin yapılabildiği bir ülkeye yabancı yatırımcı gelir mi? Bırakın yabancı yatırımcıyı ülkenin kendi yatırımcısı güven duyup yatırım yapar mı?
Bir ülkenin mahkemeleri Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını yok sayabiliyorsa o ülkede hukuka, kurumlara güven olur mu? O ülkenin yargı kurumunun bağımsızlığından, tarafsızlığından söz edilebilir mi?
Bir hükümet sistemi düşünün ki bir buçuk yılda 55 tane kararname çıkartılmış, bu 55 kararnamenin 31’i de bir önceki kararnamelerde değişiklik yapılması için çıkartılmış!
Böylesi bir ülkenin yönetimine güven duyulabilir mi?
Saygın hukuk bilginlerimizden Prof. Kemal Gözler bu sistemde çıkan kararnamelerin hemen arkasından başka bir kararname ile değiştirildiğini söylüyor ve şu sayıyı veriyor:
“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yürürlüğe girdiği 9 Temmuz 2018 tarihinden bu yana (26 Aralık 2019) toplam 55 adet Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkartılmıştır. Bu 55 Cumhurbaşkanlığı kararnamesinden 31’i diğer Cumhurbaşkanı kararnamelerinde değişiklik yapılması hakkında çıkartılan Cumhurbaşkanı kararnameleridir.” (Türkiye Nereye Gidiyor, Ekin Yayınları)
Türkiye’de kurumların yıpranmakta olduğu gerçeği ciddi bir risktir en çok iktidarın sorunlarını artıracaktır, Türkiye’nin artık kurumlarının ve kurallarının önemini önceleyen bir anlayışa ihtiyacı var, hem de acilen.