Fotoğraf sanatçısı Ömer Saruhanlıoğlu, KARAR okurlarına özel, yeni bir fotoğraf paylaştı.
Fotoğraf sanatçısı Ömer Saruhanlıoğlu, çektiği bir fotoğrafı ve hikayesini KARAR okurları için paylaştı.
Saruhanlıoğlu'nun paylaşımı şöyle:
Çocukluğumda, yetmişli yılların başında yazları izine gelen Almancılar yanlarında hiçbirini daha önce görmediğimiz envai çeşit şey getirirlerdi. Tepeleme ıvır-zıvır dolu arabalarla, tıkış tıkış, üç bin küsur km yol hiç dinlenmeden kat edilirdi. Bütçeye göre lastik kokan yağmurluklar, vinleksten yapılma ayakkabılar, mikserler, pikaplar, radyolar, kasetler, çikolatalar, Nivea kremler, karton karton HB sigaraları.
Getirilenlerin hiçbirisi ticarete konu olmaz hepsi de hediye olarak dağıtılırdı, bugün tuhaf görünse de o günler için çok doğal ve normal bir uygulamaydı bu. Değil mi ki Almanlara ceplerinden çıkardıkları sigarayı sadece kendileri içip kimseye ikram etmedikleri için ya da sadece kendi içtikleri çay-kahvenin parasını verdikleri için müthiş şaşılıyor ve kızılıyordu. Çocuklar için en büyüleyici olanlar tabii ki oyuncaklar, benim için ise oyuncaklar arasında o zamanlar henüz ismi koyulmamış olan yap-bozlardı.
Tuhaf kokulu bir karton kutunun içinde hiçbirisi tek tek bir anlam ifade etmeyen yüzlerce küçük parça büyük çabalar sonucu bir araya getirilir ve sonunda mucizevi biçimde kutunun üzerindeki fotoğraf tamamlanırdı. Bu yap-boz kutularının üzerindeki fotoğraflardan aklımda nedense sadece muhtemelen Karaorman’da çekilmiş rengarenk, pitoresk Sonbahar fotoğrafları kalmış. Böyle uçsuz bucaksız orman görmemiş şehirli bir çocuk olarak o orman fotoğraflarına bakınca bir yandan esrarengizlik, bilinmezlik ve sadece hayvanat bahçelerinde gördüğüm yırtıcı hayvanları düşünüp ürperir bir yandan da cennet böyle bir yer olsa gerek derdim çocuk aklımla.
Şehirli değildik fakat şehirdeydik ve doğaya yabancıydık. Toplumsal olarak hala tamamlayıp geride bırakamadığımız ödünç alınmış “aydınlanma” dürtüleri doğayı bize tehlikeli, uzak durulması ve zapt edilmesi gereken bir hasım olarak gösteriyordu belki. Bugün doğaya ruh olarak daha yakınız, orada olmayı arzuluyoruz fakat paradoksal ve trajik bir biçimde onu bulabilmek ve orada olabilmek için yüzlerce kilometre yol kat etmemiz gerekiyor.