Fotoğraf sanatçısı Ömer Saruhanlıoğlu, KARAR okurlarına özel, yeni bir fotoğraf paylaştı.
Fotoğraf sanatçısı Ömer Saruhanlıoğlu, çektiği bir fotoğrafı ve hikayesini KARAR okurları için paylaştı.
Saruhanlıoğlu'nun hikayeyi şöyle anlatıyor:
Merkezde, ana yol manzaralı, camiye bitişik müstakil ev. Tıpkı emlakçıların satılık ev ilanı gibi. Evin kapısının önünde bir adam, oturuşunun rahatlığından evin sahibi olduğu anlaşılıyor. Az önce şiddetli yağmur yağdı. Pencereden bir çocuk bakıyor. Sanki yolun karşısındaki penceredeki kıza bakarak “Yağmur yağıyor/Seller akıyor/Arap kızı camdan bakıyor” tekerlemesini söylüyor.
“Camdan bakmak” derken, sözün gelişi. Şehrin evlerinin pencerelerinin büyük çoğunluğunda cam yok, pencereler ya ahşap ya da demirden panjurlarla kapatılıyor. Caddenin kenarında bir kadın vasıta bekliyor. Uzun süre bekleyecek ve tıklım-tıklım dolu gelecek Toyota ya da Mitsubishi minibüse büyük bir mücadele vererek ite-kaka binmeye çalışacak. Köydeki hasta annesini ziyarete gidiyor olabilir.
Eğer öyleyse ana yoldaki durakta indikten sonra patika yollardan uzun süre yürümesi gerekecek. Caddenin tam ortasında meczup yürüyor. Yara izleriyle dolu yüzünde dehşetli bir ifade. Herkesin göremediği ya da görmemek için başını çevirdiği şeyleri (kendinde hakikat?) görmenin dehşeti olabilir mi? Bu dünyada sahip olduğu tek mal kolunun altındaki temiz un torbası. Ne işine yarayacaksa… Nedense meczubun her zaman temiz bir un torbasına sahip olma takıntısı olduğu gibi tuhaf bir düşünce geliyor aklıma. Meczupların da takıntıları olur mu acaba?
Az sonra evin bitişiğindeki camide kılınan ikindi namazı bitecek ve cemaat dağılacak.
Adamın, çocuğun, kadının ve meczubun tıpkı bu fotoğrafın çekildiği günkü gibi yaşayacakları artık yıllar da dahil daha kaç günleri var acaba?