Selim İleri’nin bana anlattığı Kemal Tahir yitip gitmiş gençliğin, bir daha yaşanması mümkün olmayan bir eski Türkiye’nin, bir masal ülkesinin hüzünlü hatırasıydı: “Azarlanışlarımı bile özlemle anıyorum” demişti.
ÖMER FARUK
Öyleyse ‘Devlet Ana’dan bir alıntıyla, Kemal Tahir’in arkasından yazdığı yazının başlığıyla uğurlayalım onu: Gönül hakkın evidir. O, gönlünü ‘kitap ve insan sevgisine’ açmıştı yalnız. Göğsünde taşıdığı ‘hakkın evini’ birçok sanatçıda var olan hırsla, kinle pisletmeden ayrıldı bu dünyadan.
Ayraç dergisini çıkarttığımız günlerdi; Taksim Gezi Pastanesi’nde sözleşmiştik. O keyifli öğlen üstü dönmüş dolaşmış hep Kemal Tahir’den söz açmış, ille de Kemal Tahir’i konuşmuştuk. Bir ara tebessüm edip sormuştu: “...Kemal Tahirci misiniz?” Hayır, şöyle demişti tam olarak: “...siz ‘de’ Tahiri misiniz?” Belki bir parça evet, bir parça hayır. Peki bu sorudaki ‘de’ takısı ‘ben de senin yaşındayken, bir zamanlar, Tahiri idim’ diye mi tefsir edilmeliydi? Belki evet, belki hayır.
Kafka’dan Necatigil’e, Oktay Akbal’dan Orhan Kemal’e çok farklı yazarlardan etkilenen yirmili yaşlardaki hikâyeci genç, bir güz günü tanıştırılır Kemal Tahir ile. Tek bir kitabını okumamışken! Edebiyat beğenisi ve üslubu henüz gelişiyor, ‘yeni yazarları’ okumaktan daha çok hoşlanıyordur. Kemal Tahir ise ‘Faulkner hariç’ modern romancıları “fasafiso” görüp ciddiye almaz: “Onun için ne varsa Balzac’ta vardı ne varsa Zola’da!” Selim İleri 19. yüzyıl roman anlayışına sımsıkı bağlı bu inatçı yazarın sanat anlayışıyla uyuşmasa da çok geçmeden onun ‘karizmatik çekimine’ kapılıp, ‘dergâhının’ müdavimleri arasına katılır.
Kemal Tahir ile ‘sol mahalle’ arasındaki ayrılığın derinleşmeye başladığı yıllar. Öğretmeni Vedat Günyol, etkilendiği romancı Ferit Edgü karşıdır Kemal Tahir’e. İlhan Selçuk, Oktay Akbal… Selim ileri Kemal Tahir ile girmek üzere olduğu edebiyat dünyasını ‘uzlaştırmak, barıştırmak’ ister gibidir. Yaptığı röportaj, ancak Kemal Tahir’in ölümünden sonra Memet Fuat’ın Yeni Dergi’sinde çıkar. “Kendini savunuyormuş gibi görünmek istemediği” için “yayınlama” diyen Kemal Tahir haklıdır. Sorular sahiden de ‘kendisine yapılan suçlamalara’ cevap vermesi için sorulmuş gibidir: “Devlet Ana’dan bu yana, hakkınızda, genellikle yerici yazılar, eleştiriler yazıldı. Bunlara hiç cevap vermediniz… Atatürk düşmanı diyorlar size… Sizin romanlarınızdan söz açıldığında ‘insanı sevmiyor, insana düşman’ diyorlar…” Ardından kaleme aldığı yazı da belki yine aynı sebepten, fazlaca duygusal, fazlaca heyecanlı, fazlaca avukatça…
Selim İleri’de Kemal Tahir ya da Selim İleri’nin sulanmış gözlerle ‘bana anlattığı’ Kemal Tahir yitip gitmiş gençliğin, bir daha yaşanması asla mümkün olmayan bir eski Türkiye’nin, bir masal ülkesinin hüzünlü hatırasıydı: “Azarlanışlarımı bile özlemle anıyorum” demişti.
Evet, o buluşmada ‘Kanlıcanın ihtiyarları’ gibi, bir bir hatırladık ‘geçen sonbaharları…’ Başka neler konuştuk o gün; ‘zapta geçirdiklerimi’ dönüp tekrar okumak, kalkıp derginin ‘ilgili sayısını’ arayıp bulmak gelmiyor içimden. ‘Belleğimde kalanlarla’ yetinmek istiyorum bu akşam. Birkaç telefon konuşması, birkaç buluşma. ‘Adıma imzaladığı kitaplar’ da kim bilir neresinde kütüphanenin? Ve bir yazıda geçirmişti ismimi, ne kadar mutlu olmuştum çocuklar gibi kesip saklarken gazeteden, (koskoca Selim İleri benden bahsetmiş!); o küpür de bir kitabının arasında sararıp solmuş olmalı. Yazık ki yıllardır üzerinde çalıştığım, yaza sile iyice berbat ettiğim, Roquentin gibi ‘bulantı anında’ bir gün, yazmaktan vazgeçeceğim ‘Kemal Tahir Günlüğü’nü de göremedi. Bitse de artık, hep eksik kalacak!
Öyleyse ‘Devlet Ana’dan bir alıntıyla, kendisinin Kemal Tahir’in arkasından yazdığı yazının başlığıyla uğurlayalım onu: “Gönül hakkın evidir.” Böyle geldi içimden. Selim İleri gönlünü ‘kitap ve insan sevgisine’ açmıştı yalnız. Göğsünde taşıdığı ‘hakkın evini’ birçok şairde, yazarda, sanatçıda var olan hırsla, kinle, kıskançlıkla, ham çamurla pisletmeden ayrıldı bu dünyadan. (Hatırlamak istemiyordu Politika gazetesindeki ‘Ortalık’ yazılarını; öyleyse biz de unutalım gitsin...) Geriye yalnız kitaplar kalacak çünkü! Kitaplar ve yalnızca kitaplar...
Mekânın cennet olsun Selim abi.
KENDİ ADASI OLAN BİR YAZAR
Her fırsatta tekrarlıyorum ya, ‘üretken’ yazarlardan hoşlanmadığımı. Kendilerini tekrar edip duruyorlarmış gibi geliyor bana. Günlük yaşamda olduğu gibi edebiyatta da ‘sadelikten’ yanayım anlayacağınız. Fakat bazı yazarların da hiç durmamasını, hep yazmasını istiyor insan. Selim İleri ne yazsa okutan, ‘kendi adası, kendi iskelesi’ olan yazarlardandı. Kentin ve ruhun kuytuluklarında saklı ‘incelikli ve kırık bir hüzündü’ onu cezbeden: Yağmur Akşamları, Cumartesi Yalnızlığı, Dostlukların Son Günü... Ama öykü ve romanları kadar ‘deneme ve hatıra kitapları’ da heyecanlandırıyordu beni. Mesela ‘Kar Yağıyor Hayatıma’yı bir çırpıda okumuş, Tanpınar’a ya da Behçet Necatigil’e dair yazdığı gibi, Kemal Tahir için de ‘yarı kurmaca/yarı deneme bir kitap’ bekleyip durmuştum ondan boş yere...