Görüşler

Enflasyon rakamları yoksulluğumuz ve kapatılmaya çalışılan hesap!

Enflasyon rakamları yoksulluğumuz ve kapatılmaya çalışılan hesap!

Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer “Daha önce asgari ücret mevzusunda maruz kalışımız gibi. Kamu çalışanları her ne kadar “elalem yoksulluğumuzu gördü” iddiasında olsa da Türkiye’de yetkililerin bunu gördüğü noktasında çok emin olamıyor insan. Çünkü elalemin gördüğü yoksulluğu rakamlarla, matematikle, istatistikle başka bir şekle büründürüyor yetkililer. Onların penceresinden görülen manzara anlaşılan elalemin gördüğünden başka türlü görünüyor” diyor.

Aralık ayı enflasyon rakamlarını TÜİK açıkladı ve 2025 yılı için memur ve memur emeklilerinin alacağı zam oranı netleşti. Rakamlar üzerinden hükümet kanadı bildiğimiz kalıp ifadeleri kullanarak kamu çalışanlarını ve emekçilerinin hakkını, hukukunu korumak için nasıl çabaladığını ve çabalamaya devam edeceğini açıkladı. Paylaşılan rakamlar, oranlar, yüzdeler vs. eşliğinde resmi anlatıya muhatap olduk. Daha önce asgari ücret mevzusunda maruz kalışımız gibi. Kamu çalışanları her ne kadar “elalem yoksulluğumuzu gördü” iddiasında olsa da Türkiye’de yetkililerin bunu gördüğü noktasında çok emin olamıyor insan.”

Edip Cansever ‘in Karşıtlık şiiri şöyle başlar:
Açık konuşalım ayıp değil
Donumuz dizimize düştü
Bu iş fizikle mantıkla kapanmaz
Elâlem yoksulluğumuzu gördü…

Görünen yoksulluğu fizikle, mantıkla, matematikle kapatmak gibi huy var modern çağda. Modern devletin temel karakteristik özelliklerinden birisi de bu denilse yeridir. İstatistik, hesaplama, planlama vs. gibi hususlar modern yönetimselliğin meşrulaştırıcı aparatları. Bunların içine yerleştirildiği resmi anlatı hem ikna edici hem de gerektiği oranda buyurgan bir hüviyet arz etmeye başlıyor. Tam da çağımızın bu halini anlatmak için olsa gerek İsmet Özel de bir şiirinde bize şöyle seslenir: “Falları grafiklerde bakılanlar …”
Şiir tahlili ile ilgili değilim. Aralık ayı enflasyon rakamlarını TÜİK açıkladı ve 2025 yılı için memur ve memur emeklilerinin alacağı zam oranı netleşti. Rakamlar üzerinden hükümet kanadı bildiğimiz kalıp ifadeleri kullanarak kamu çalışanlarını ve emekçilerinin hakkını, hukukunu korumak için nasıl çabaladığını ve çabalamaya devam edeceğini açıkladı. Paylaşılan rakamlar, oranlar, yüzdeler vs. eşliğinde resmi anlatıya muhatap olduk. Daha önce asgari ücret mevzusunda maruz kalışımız gibi. Kamu çalışanları her ne kadar “elalem yoksulluğumuzu gördü” iddiasında olsa da Türkiye’de yetkililerin bunu gördüğü noktasında çok emin olamıyor insan. Çünkü elalemin gördüğü yoksulluğu rakamlarla, matematikle, istatistikle başka bir şekle büründürüyor yetkililer. Onların penceresinden görülen manzara anlaşılan elalemin gördüğünden başka türlü görünüyor.

Yoksulluğun bağımlı yurttaşlık için birebir bir formül olduğu tezi siyaset bilim literatüründe yabana atılır tezlerden değil. Ancak maksadımız spekülasyon yapmak değil. Hükümet kanadı da dahil hiç kimsenin bu ülkeye ve bu ülkenin insanlarına yönelik başka türlü bir düşünce içinde olduğunu iddia etmek, bir tür niyet okuyuculuğu yapmak doğru olmaz. Ancak Allah’ın gördüğünü kuldan saklamak da insafa ve vicdana sığmaz. Yapılıp edilenlere, yapılıp ediliş şekillerine bakıp bir değerlendirme yapma zarureti de görmezden gelinmeyecek şekilde önümüzde duruyor. Gerçekçi olduktan sonra imkânsıza talip olunabilir ancak. Bildiklerimizle amel edeceğiz ki, bilmediklerimizin, güç yetiremediklerimizin üstesinden gelebilelim.

Ücret politikasını değerlendirmek kolay bir şey değil. Bağlamsız, bağlantısız bir değerlendirme yapmanın makuliyetinin olmadığı da açık. Dolayısıyla her değerlendirme kendi tarihsel-toplumsal gerçekliğini dikkate alarak yapılmalıdır. Çünkü anlam zaruri bir şekilde bağlamla ilintilidir. Dolayısıyla ücret politikası tartışması içinde bulunduğumuz zaman dilimini ve Türkiye’nin gerçekliğini gözeterek yapılmak durumundadır. Ücret politikası dediğimizde insanların sosyalleşme biçimlerine, bu sosyalleşme biçiminin yönlendirdiği hayat tarzına ve beklentisine, zamanın hayat standardına, kabul edilebilir düzeyin ücret skalasına vs. bakmamız gerekiyor. Aksi taktirde soyut bir tartışmada ne konuştuğumuz rakamların ne verilen zamların ne de istenilen ücretlerin bir anlamı olabilir. Ücret ancak yaşadığımız hayatın koşulları ile etkileşimi varsa, bu etkileşim gerçekçi bir manzara sunuyorsa anlamlıdır. Bu açıdan bakıldığında ülkemizde özellikle sabit gelirlilerin sistematik şekilde yoksulluk altında tutulduğu gerçeğini görmemiz gerekiyor. Emekliler, asgari ücretliler özelinde bakıldığında durum çok daha çetrefilli bir görünüm arz ediyor. Çünkü bu kesimleri oluşturan milyonlarca insan bırakın yoksulluğu bilfiil açlık sınırı koşullarında hayat sürüyor.

Bir ülkenin bütün halinde açlığa, yokluğa, yoksulluğa katlanması gayet mümkündür aynı zamanda makuldür. Çekilen zorluklar dayanışma içerisinde yapıldığında birlik ve bütünlüğü de pekiştiren bir etki yaratır, aidiyet duygusunu güçlendirir. Ancak gelgelelim ülkemizdeki vaziyet bu tarz bir dayanışmaya yaslanmadığı gibi aidiyet duygusunu da güçlendirmiyor. Aksine tam tersine sonuçlar doğuruyor. Güçlü bir birlik ne de sağlam bir aidiyet duygusu gelişiyor. Çünkü paylaşım sistematiği daha da somutlaştırırsak ikincil bölüşümü gerçekleştiren ana mekanizma olan siyaset, hükümet ne adil bir paylaşımda bulunuyor ne de böyle bir paylaşımda bulunması gerektiği hassasiyetiyle hareket ediyor. O yüzden de açlık, yokluk, yoksulluk yapısal bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Toplumun belirli kesimlerinin bu bölüşüm mekanizmasının doğasından kaynaklı olarak paylarına az düşüyor. İnsan hayatında bu tarz eşitsizlikleri bir doğa kanunu üzerinden değerlendirmenin anlamsızlığı ortadadır. Bu yüzden de kimse fakirliğin, yoksulluğun, adil olmayan paylaşımın bir yerçekimi kanunu gibi hayatımızda bulunduğundan bahsetmez, bahsedemez. Böyle bahsedilmemesi böyle davranılmadığı anlamına gelmemeli ancak. Fırtınanın koptuğu yer burası.

Kimse fakirliği bir doğa kanunu gibi göstermeye teşebbüs etmiyor görünüyor ancak doğal olmayanı doğallaştırmak şeklinde çok kötü bir alışkanlığı da yok değil insanlığın özellikle de devletin, iktidarın. Tam da böyle olduğu için yukarıda da değinildiği üzere işin içine mantık, matematik, istatistik, grafik vs. girer ve eşitsizlikler, adaletsizlikler doğallaştırılmaya, makulleştirilmeye, meşrulaştırılmaya çalışılır. Bazen iş öyle fantastik bir hal alır ki böyle bir durum yokmuş gibi bile davranılabilir. Nitekim bizdeki “çalışanlarımızı enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz” söylemi bunun somut bir örneğidir ve gerçekliğin camera obscurada tersyüz edilerek sunumu olarak not edilmelidir.

Enflasyon rakamları açıklandı buna göre zamanlar yapıldı. Bu matematiksel işlem bir hayat tanzimi olarak gerçekleşiyor. Altını özenle çizmek istediğim husus bu. Günümüzde hangi eşiğin açlığa, hangi sınırın yoksulluğa denk geldiği belli ve bu kabul edildiğine göre aynı zamanda hayat tanzimlerinin de bu gerçekliği dikkate alarak konuşulması ve yapılması gerekliliği açıktır.

Açık konuşmak gerekirse mevcut şartlar içerisinde yürütülen ekonomi-politik yoksulluğu bir tür kadere çeviriyor. Özellikle son yıllarda yaşananlar milyonlarca insanın bugününü ve geleceğini alt üst eden yıkıcı bir müdahale önümüzde dururken. Yoksulluğu kadere çeviren bir ekonomi-politiğin izahı yok. Paylaşımda hakkaniyetsizlik var ve meşrulaştırımı siyaset üzerinden gerçekleşiyor. İki açıdan mevzunun daha çok gündem edilmesinde zaruret var. Birincisi pratik-pragmatik açıdan meselenin ciddiyetle ele alınmasını gerektirmektedir. Çünkü bu paylaşımın önümüze getirdiği yoksulluk, gelir eşitsizliği siyasal, sosyal, kültürel boyutlarıyla ciddi bir maliyet oluşturuyor. Edip Cansever’in aynı şiirinde geçen “Ben yoksulsam sen de yoksulsun” dizesinde dile geldiği farkında olmazsak bile hepimiz birbirimizle sandığımızdan çok daha bağlıyız ve birbirimizi sandığımızdan çok daha fazla etkiliyoruz. O yüzden de yoksulumuz niteliği ile ülkemizin niteliği ve gücü arasında doğrusal bir ilişki var. İkincisi ise meselenin ilkesel, insani boyutu çok daha önemli ve çok büyük ciddiyeti gerektirmektedir. Çünkü açlık, yoksulluk doğrudan insanın insan olma kapasitesine saldırıdır. İnsanın ihmal ve istismar edilmesidir. Bu durumun oluşturduğu maliyet başlı başına büyük bir meseledir ancak sonuçlarından bağımsız olarak da bu ülkenin ve bu ülkedeki insani, ahlaki düzeyin doğrudan göstergesidir. İnsanın yaşatılmadığı, yaşatılamadığı, insanca muamele göremediği yerde rakamlar, istatistikler, planlar ne söylerse söylesin işler iyi gitmiyor demektir. Böyle olunca zaten ne elalemin yoksulluğumuzu görmesi ne de fizikle mantıkla hesabın kapatılmaya çalışılması da bir anlam edebilir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir