Lizbon’a 2005’te gitmiştim. Uçaktan gece görebildiğim en ışıklı şehirlerden biriydi. Lizbon tıpkı Roma, tıpkı İstanbul gibi yedi tepe üzerine kurulmuş. Bir yanıyla İzmir’e benzerken, tarihi tramvaylarıyla, dik yokuşlarıyla eskinin İstanbul’unu da anımsatıyordu. Zaten İstanbul Akdeniz Avrupa’sının en doğusunda, Lizbon ise en batısındaki iki eski imparatorluk başkenti...
BESİM DALGIÇ
Sadece kilisenin, derebeylerinin çıkarlarını gözeten yüzlerce yıl süren talana dayalı Haçlı seferleri Osmanlı’nın antik dönemin mirası Akdeniz’deki hakimiyetiyle son bulmuştu. İstanbul’un fethiyle bittiği söylenen Skolastik Ortaçağ’dan sonra ‘Rönesansa’a, ‘Reform’a, aydınlanmaya yol açan Yeniçağ’daysa, Avrupa’daki keşifler, buluşlar, bilimsel araştırmalar Osmanlıya hiç uğramadı. Bu bakımdan Akdeniz Osmanlı’nın bir tür tutsaklığıydı. Başka denizlere açılamadı, elindekiyle yetinmeye çalıştı. Dünyanın etrafını dolaşan Ferdinand Magellan ile Ümit Burnu’nu bulup Hindistan’a yeni bir yol açan Vasco Da Gama adlı iki Portekizli ya da Atlantik’i aşıp yeni bir kıtaya ulaşan Cenovalı Kristof Kolomb dünya tarihini değiştirdiler. Sömürgecilikten, emperyalizme dönüşen yeni bir düzenin başlamasına neden oldular. Avrupa’da zenginliğin artmasıyla güçlenen devletler Akdeniz’deki tarihe gömdükleri son Antik iktidar Osmanlı ise yaya kalmıştı.
1538’de Preveze deniz zaferiyle elde edilen güç yaklaşık otuz yıl sonra 1571’de İnebahtı yenilgisiyle yitirilmiş, dönüşü olmayan bir yola girilmişti. Her ne kadar dönemin güçlü sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa’nın Venedik elçisine “Biz Kıbrıs’ı almakla sizin kolunuzu kestik, siz ise İnebahtı’da bizi yenmekle sadece sakalımız tıraş ettiniz” demesi bile durumu bu değiştiremiyecekti. Bilimi dışlayan, sadece debdebeye, hamasete, israfa dayalı bir yönetim anlayışının geleceği yoktu. Aşırı şiddetin, zorbalığın, sömürünün sürdürdüğü bu günün dünya tarihi o zamanlar yazılmıştı... Fernando Pessoa’nın ‘Mihenk Taşı’ başlıklı şiirindeki “Sonu olan deniz, Yunan ya da Romalıysa, / Sonsuz deniz Portekizdir” dizeleri bu tarihsel olguyu en iyi şekilde açıklıyor.
Bu dizeler İbrahim Aybek çevirisiyle Fernando Pessoa’nın ‘İşaret’ adlı şiir kitabından. Yayınlayan Ötüken Neşriyat. 1888’de Lizbon’da doğan Pessoa babasının ölümünden sonra bir konsolosla evlenen annesi nedeniyle çocukluğunu, ilk gençliğini Güney Afrika’da geçirdi. Burada sıkı bir İngilizce eğitim aldı. 1905’te tekrar Lizbon’a dönen Pessoa ölünceye kadar bu şehri bir daha terk etmedi. Şiirlerinin çoğunu İngilizce yazdı. Ancak ölmeden önce Portekizce yazıp yayımlanmış tek kitabı ‘Mensagem’ yani ‘İşaret’ti.
1934’te bu kitapla Portekiz Ulusal Propaganda Sekreterliği’nin açtığı yarışmada ödül kazandı. “Vatanım Portekizce’dir” diyen Pessoa 1935’te öldüğünde bile pek bilinen bir yazar değildi. Samet Özgüler’in çevirisiyle Richard Zenith’in hem Pessoa hem de kitap hakkındaki ‘Evrensel İşaret’ başlıklık giriş yazısı atlanmamalı.
PORTEKİZ’İN ŞANLI GEÇMİŞİNİ ANLATAN 44 ŞİİR
‘İşaret’te Fernando Pessoa’dan Portekiz’in şanlı geçmişini anlatan 44 şiir var. Kitap üç bölüm. İlk bölüm ‘Arma’... Savaş Meydanları, Kaleler, Beş Kalkan, Saltanat, Nişane adlarını verdiği ara başlıklar da Portekiz’in tarihi kahramanlarını, sembollerini, efsanelerini şiirleştirirken, ikinci bölüm ‘Portekiz Denizi’ndeyse; Prens, Ufuk, Mihenk Taşı, Canavar, Bortolomeu Dias’ın Mezar Taşı, Kolomblar, Ferdinand Macellan, Vasco Da Gama’nın Göğe Yükselişi, Portekiz Denizi, Son Gemi, Yakarış adlarını verdiği ara başlıklıklı şiirlerdeyse Portekiz’in okyanuslara açılıp, imparatorluğunu genişletmesini, egemenliğini, ancak engellenemeyen çöküşün başlamasını bir yakarışla anlatırken, üçüncü bölüm ‘Saklı’daki Semboller, Çağrılar, Zamanlar ara başlıklarıyla da geçmişi yeniden canlandıracak bir ‘Mesih’i beklemenin hayaliyle yazdığı şiirlerle kitap tamamlanıyor.