Kameranın ışığında yol alan iki savaşçı

Kameranın ışığında  yol alan iki savaşçı

Kasımda hayata veda eden yönetmen Jean-Marie Straub ve karısı Daniele Huillet sinema okulunda tanıştılar. Bütün kariyerleri boyunca ‘kültür endüstrisinin’ tamamen dışında filmler yapan çift politik mücadeleyi, sınıf çatışmalarını, sınıfsal eşitsizlikleri farklı bir sinema estetiğiyle ele aldılar. Deleuze’un modern politik sinemanın en önemli yönetmenleri arasında saydığı Straub, ‘sömürgeci devletin işkencecisi olmamak’ için ülkesini terk etmiş. Almanya’da sürgün hayatı yaşayan bir Fransız’dı.

HALİL TURHANLI

Gilles Deleuze’un ‘Sinema II: Zaman İmge’de modern politik sinemanın en önemli yönetmenleri arasında saydığı Jean-Marie Straub geçtiğimiz kasım ayında aramızdan ayrıldı. Bütün filmlerini işbirliği içinde birlikte gerçekleştirdikleri karısı Daniele Huillet daha önce, 2006’da hayata veda etmişti. Fransız ikili en önemli filmlerini ülkeleri dışında, Almanya’da çektiler. Bu nedenle çoğu kez 1962 tarihli Oberhausen Manifestosu ile varlığını duyuran Yeni Alman Sineması içinde anılmışlardır.

Paris’de sinema okulunda tanıştılar. Straub sinemaya yenilik getirmeye daha o günlerde kararlıydı, Huillet ise Afrika’da belgeseller yapmak istiyordu. Bütün kariyerleri boyunca ‘kültür endüstrisinin’ tamamen dışında filmler yaptılar. Duygusallıktan uzak, yerleşik anlatı sinemasının kalıplarına uymayan karmaşık filmlerdi bunlar.

Theodor Adorno güç anlaşılır bir dille yazmakla eleştirildiğinde “yeni bir şeyler ancak yeni bir dille söylenebilir” cevabını veriyordu. Bu Straub ve Huillet ikilisi açısından da geçeridir. Sinemaya radikal yenilikler getirmeye çalıştıkları için alışılmışın çok dışında, yeni ve anlaşılmazı güç bir dil oluşturmuşlardı

Straub ‘yazar’ (auteur) sineması içinde görülmeyi de istemiyor, tam aksine yazarlık nosyonunu sorguluyordu. Alexander Kluge 1976’da ikilinin İtalyan yazar Franco Fortini’nin 1967 Arap-İsrail savaşının medyada sunuluşunu eleştiren bir metninden yola çıkarak gerçekleştirdikleri ‘Fortini /Cani’ filmini analiz ederken onların ‘yazar’ olduklarını ileri sürdüğünde Straub buna karşı çıkmıştı.

MÜZİK SİNEMALARINDA ÖZEL BİR YERE SAHİPTİ

1977’de yaptıkları ‘Her Devrim Bir Zar Atımıdır’ Mallarmé’nin şiiri üzerine kurulmuştu. Filmde Pere Lachaise Mezarlığı’nın yakınındaki bir parkta dokuz kişi art arda Mallarmé’nin söz konusu şiirini okur. Park 1871 Mayıs’ında direnen son Komüncüler’in de yakalanıp kurşuna dizildikleri duvarın öte tarafındadır. Mallarme’nin bu mensur şiirinde olumsallık, sonsuz rastlantı ele alınır. Straub ve Huillet de devrimlerde de rastlantının rolüne ve önemi dikkat çekerek Hegelci tarih anlayışına damga vuran mutlak ve kaçınılmaz yasaları, tarihin sonu nosyonunu sorguluyorlardı. Böylelikle Marx’ın Hegel’in tarih felsefesiyle olan bağlarını en azından gevşetiyorlardı. Bunu Mallarmé’nin şiiri üzerinden yapıyorlardı.

Straub ve Huillet sinemasında klasik müzik özel bir yere sahiptir. 1968’de Bach’ın karısı Anna Magdalena’nın kurgulanmış günlüğü üzerinden büyük bestecinin hayatını ve müziğini ele aldılar. ‘Anna Magdalena Bach’ın Günlüğü’ başlığını taşıyan bu çalışmalarında sinemanın büyük ustalarından Robert Bresson’un ‘Bir Taşra Papazının Günlüğü’ filminde de esin buldular. Bresson yazınsal metne dayanmıştı, Georges Bernanos’un romanı. Straub ve Huillet ise kurgu mektuplara ve ağırlıklı olarak müzikal metne, Bach’ın müziğine. 1975’de Schönberg’in bitmemiş operası ‘Musa ve Harun’u sinemaya uyarladılar. Bestecinin bitmemiş operasından bitmemiş izlenimi uyandıran bir film yaptılar. İtalya’da antik bir şehrin yıkıntıları arasında ve Mısır’da çölde çektikleri bu filmleri dinsel bir konuyu Marksist bir yaklaşımla ele almalarından dolayı Pasolini’nin Matta’ya Göre İncil’iyle kıyaslanmıştır.

dvdv.jpg

Operada Musa halkını kutsal topraklara doğru yola çıkmaya ikna edemeyince Harun’dan yardım ister, onun mucizelerine ihtiyaç duyar. Opera birkaç temayı birlikte işliyordu. Temsil, otorite, sürgün… Bu sonuncusunun Straub’un hayatında da karşılığı vardır. Schönberg’in operasını sinemaya uyarlamaya 1950’lerin sonunda, yani henüz ilk filmlerini yapmadan önce karar vermişti. O tarihte Cezayir Savaşı için orduya çağrılmış, ancak kurumlaşmış işkenceye katılmamak, sömürgeci devletin bir işkencecisi olmamak için çağrıya uymamış, Fransa’yı terk etmiş. Almanya’da sürgün hayatı yaşıyordu.

CEZANNE’IN TABLOSU KAFKANIN ROMANI

Straub ve Huillet ikilisi avangardın politik olandan koptuğu, salt biçim üzerine egzersizlere dönüştüğü bir dönemde politik avangardı geri getirdiler. Filmleri zengin kaynaklardan besleniyordu. Cezanne’ın tablosu, Schönberg’in müziği, Hölderlin’in tragedyası, Mallermé’nin şiiri, Kafka’nın romanı… İzleyiciyi çözümleyen, sorgulayan, verili dünyayı olumsuzlayan bir özneye dönüştürmeyi amaçladılar. Didaktizmin sığlığına düşmeyen, elitist olmak istemese de bundan bütünüyle kaçamayan politik filmler yaptılar. Bu anlamda bir tür ‘azınlık sineması’ yarattılar. Bu iki Marksist yönetmen politik mücadeleyi, sınıf çatışmalarını, sınıfsal eşitsizlikleri çok değişik kaynaklar üzerinden hayli farklı bir sinema estetiğiyle ele aldılar. ‘Sınıf İlişkileri’ adlı filmleri Modern toplumun sıkı disiplinli ve hiyerarşik örgütlenmesini anlaşılmaz ve açıklanamaz bir karabasan olarak sunan Kafka’nın tamamlayamadığı romanı ‘Amerika’nın uyarlamasıdır. Filmin tamamını liman şehri Hamburg’da çekmişlerdi.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN