Bilmeyen ne bilsin onu...

Bilmeyen ne bilsin onu...

“...bilenlere selam olsun!” Yunus’un mısralarıyla karşılıyor İdris Hoca’nın Büyükada’daki mezar taşı sizi. Geçen hafta şöyle yazmıştım: “Arap Baasçılığı paldır küldür çökerken, ‘birileri’ Türk Baası’nın fikir babası Doğan Avcıoğlu’nu ‘diriltmeye’ çalışıyor anlaşılan; müflis tüccar ‘eski defterleri’ karıştırırmış.

ÖMER FARUK

Maksat irtifa kaybeden Kemalizm’e ‘yeni bir soluk’ vermek mi, ‘zinde kuvvetleri’ tekrar oyuna davet etmek mi, yoksa ‘gelgeç entelektüel bir heves’ mi bunu zaman gösterecek. Ama sivil aydınların desteğiyle yapılacak ‘darbenin’ Türkiye’de ‘sosyalist devrimin’ yolunu açmasını uman, ‘demokrasiye inanmayan’ darbe heveslisi bir aydının bugünün Türkiye’sine, Türkiye’nin demokratikleşmesine dair ne sözü olabilir? Ne teklif edebilir bize?”

Türk solunu ikiye bölen ‘MDD-ATÜT tartışmasına’ değindiğim bu yazıda (Avcıoğlu Modası) iki düşüncenin ‘kabaca ana hatlarını’ çizmeye çalışmıştım. Yergök Avcıoğlu’nun ‘arkaik düşünceleriyle’ çalkalanırken, bu kez de İdris Küçükömer’den söz edelim istiyorum. (‘Z kuşağı’ bakalım Attila İlhan’ı, Dündar Taşer’i falan ne zaman keşfedecek?) Hasan Cemal yazmıştı; gençten birisi ‘9 Mart’ın/12 Mart’ın’ konuşulduğu bir toplantının sonunda yaklaşıp sormuş: “Gerçekten öyle mi? Bir zamanlar solcu aydınlar darbelere, darbe girişimlerine destek verdiler mi?”

screenshot-3.jpg

Genç kuşakların Türkiye tarihinin en renkli, en heyecanlı, en üretken dönemine (60-71 parantezine) merak duyması güzel bir şey elbette. Türkiye entelijansiyası bir daha hiçbir zaman ‘o düzeyi’ tutturamadı çünkü. Fakat bu ilgi ‘kuşatıcı’ olduğunda bir anlam kazanacaktır. Ben ‘Türkiye’nin Düzeni’ni bundan on beş on altı sene evvel, benim ilk gençliğime denk düşen ‘askeri vesayet’ tartışmaları sırasında, İdris Küçükömer’in ‘Düzenin Yabancılaşması’yla ‘birlikte’ okumuştum. Çünkü birini okuyup anlamak için ‘ötekini de bilmek öğrenmek’ gerekiyordu. Bu kitaplar altmışların ikinci yarısında, yani ‘aynı zaman dilimi içinde’ yazılmış, ‘benzer meseleleri’ dert etmişlerdi. ‘Karşılaştırmalı okuma’ yapmadan seçmeci davranmak ‘gerçeği yalnız bir yanıyla kavramak’ demekti. Ki bu da ister istemez coşkulu bir hayranlığa, yanılgı kabul etmez bir ‘peşin hükme’ sürükler insanı. Bir ‘okuma kusurudur’ bu; hakikati ‘tek bir kitapta’ bulmayı arzularız çoğu zaman: bir gün ‘bir kitap okuyalım’ ve bütün hayatımız değişsin isteriz.
Amacı gerçekten ‘üzüm yemek’ olan, hakikatin hiçbir zaman tek bir kitaba sığamayacak kadar karmaşık ve girift olduğunu bilen açık fikirli/meraklı okurlara, Avcıoğlu’yla birlikte, mutlaka ama mutlaka Sencer Divitçioğlu’nun ‘Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu’na, İdris Küçükömer’in ‘Düzenin Yabancılaşması’ başta olmak üzere bütün kitaplarına da bakmalarını öneriyorum.

screenshot-5.jpg

‘Düzenin Yabancılaşması’ 14-17 Ekim 1968 tarihleri arasında, evet, ‘Türkiye’nin Düzeni’nin baskı üstüne baskı yaptığı aynı sene, Akşam gazetesinde yayınlanan ‘dört uzun makalenin’ kitaplaşmasıyla oluştu aslında. İdris Hoca Osmanlı Türk toplumuna ‘Marksist bir bakış açısıyla’ bakıyor, yerleşik algıyı tersyüz ediyor, sağ-sol kavramlarının yerini değiştiriyordu. Ona göre Türkiye’de sağ soldu, sol da sağ! Hoca’nın ‘asıl demek istediği’ anlaşılamadı belki ve Türk sağı tarafından çokça saptırılıp sömürüldü bu önerme. Ona göre Türkiye’de ‘sol da aslında sağ’ idi, soldan söz edilemezdi! Solsuzlukla malüldük. Darbesever bazı solcularca ilerici olduğu varsayılan ‘zinde kuvvetler’ yani sivil-asker bürokrasi üretim araçlarının gelişimini engellediği için ‘gericiydi’ esasta. Toplumsal muhalefetin ‘sol’ değil ‘dindar’ kisveyle belirmesi gerçeği değiştirmiyordu. Ta Tanzimat’tan ve hatta Lale Devri’nden bu yana DEVLET (sivil-asker bürokrasi) ile HALK (işçi-köylü-esnaf-eşraf) çatışıyordu. Şerif Mardin aynı çelişkiyi 73’de ‘Merkez-Çevre’ diye formule edecekti.

Elli sene önce AK Parti’nin ‘ayak seslerini’ duyan İdris Hoca politik/düşünsel yaşamına ‘cuntacılıkla’ başladı ‘demokraside’ karar kıldı. Hastalığı nedeniyle gittiği Londra’da (1987) bir feribotun batmasından etkilenerek şöyle demişti: “İşte bizde olmayan şey bu, birisi bıraksa diğeri bırakmıyor!” Askeri darbelerin, cuntaların değil, unutmayan, irdeleyen, hesap soran, sesini yükselten bir sivil toplumun peşindeydi o. “Aşağıya tahakküm/Yukarıya itaat” kültürünü eleştirdiği, ömrü boyunca arayıp bulamadığı sivil topluma çekinceler düştüğü ‘Halk Demokrasi İstiyor mu?’ isimli bitmemiş kitabı da dahil, bütün çalışmaları Kapı Yayınları’nca basılıyor.

Tam da bu günlerde, ‘her gün bir feribotun battığı’ ülkemizde “sivil toplumun uç beyi” hala okunmayı, anlaşılmayı bekliyor. “Bilmeyen ne bilsin onu, bilenlere selam olsun!”

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN