Türkiye'nin Oscar Adayı seçilen 'Hayat' filmiyle setlere geri dönen usta yönetmen Zeki Demirkubuz, 2006 yılından bu yana hiçbir filmini izlemediği Nuri Bilge Ceylan'ı hedef alan açıklamalarda bulundu. Demirkubuz, Ceylan'ın son filmi olan 'Kuru Otlar Üstüne' hakkında "İzlemedim ama dünyanın en sıkıcı filmi olduğuna emin olduğum Kuru Otlar Üstüne filmi sinemada kaç kişi tarafından izlendi? 300 bin kişi olduğunu duydum" şeklinde konuştu.
FURKAN UZUN
Türkiye'nin Oscar Adayı seçilen 'Hayat' filmiyle 7 yıl sonra setlere geri dönen ünlü yönetmen Zeki Demirkubuz, 1997 yılında vizyona giren, başrollerini Güven Kıraç, Derya Alabora ve Haluk Bilginer’in rol aldığı ‘Masumiyet’ filminin özel gösteriminde Atlas Sineması’nda sanatseverlerle bir araya gelerek dikkat çekici açıklamalara imza attı.
Eylül ayında yeni bir fotoğraf sergisi açacağını duyuran Demirkubuz, söz konusu serginin İstanbul başta olmak üzere farklı şehirlerde sanatseverlerle buluşacağını vurgulayarak serginin, ”Hayatta ve fotoğrafta en iyi pozu yalnızlar verir” temasını içereceğini vurguladı. Demirkubuz'un söyleşi boyuna kendisi gibi yönetmen olan Nuri Bilge Ceylan'ı hedef alması dikkatleri çekti.
NURİ BİLGE CEYLAN’A GÖNDERME
Söyleşide kendisine yöneltilen “Roman yazmayı düşünüyor musunuz?" sorusuna Nuri Bilge Ceylan’ın 2023 yılının Kasım ayında Doğan Kitap tarafından yayımlanan ‘Kış Uykusu’nda yazdıklarına göndermede bulunarak yanıt veren Demirkubuz "İki yol var. Ya Roman olabilecek 1-2 tane bir şey var. Onlara yoğunlaşmak. Ya da günlük münlük ayağına tüm bunları şey yapıp içine her boku doldurarak Doğan Yayıncılık’tan satmak. Roman yazmayı çok isterdim. Bunun için gelmiştim. Ama o sabrı bir türlü gösteremiyorum. Pandemiye benzer bir şey olursa belki yazabilirim” diye konuştu.
“KURU OTLAR ÜSTÜNE DÜNYANIN EN SIKICI FİLMİ”
Demirkubuz, söyleşide kendisine yöneltilen “Geçtiğimiz yıl Kadıköy Sineması'ndaki söyleşinizde 'Hikayelerim son derece sıkıcı ve sıradan' ifadesini kullanmıştınız. Fakat buna rağmen son filminiz sinemada resmi kayıtlara göre 83 bin kişi tarafından izlendi ve bugüne dek en çok izlenen filminiz oldu. Sizin deyiminizle 'sıkıcı ve sıradan' bir hikayenin bu kadar çok izlenmesini nasıl yorumlarsınız?” sorusuna da yine Nuri Bilge Ceylan’a göndermede bulunarak yanıt vererek Ceylan’ın son filmi Kuru Otlar Üstüne’nin ‘dünyanın en sıkıcı filmi olduğunu’ iddia etti.
Demirkubuz açıklamasında “İzlemedim ama dünyanın en sıkıcı filmi olduğuna emin olduğum Kuru Otlar Üstüne filmi sinemada kaç kişi tarafından izlendi? 300 bin kişi olduğunu duydum. Hayat gibi bir filmin 83 bin kişi tarafından izlenmesi çok mu? O kadar olur. Az emek vermedim. Olabilir. Makam üzerine uğraşıyorum. Onu ancak 15-20 bin kişi ancak izler ve 83 bin kişinin Hayat’ı izlemesinden rahatsız olanlar bir rahatlar. “ ifadelerini kullandı.
“NURİ BİLGE BİLE OLSA TÜRKİYE’DEN BİRİNİN OSCAR ALMASI HEYECAN VERİR”
Son filmi ‘Hayat’ın Türkiye’nin Oscar Adayı seçilmesi ancak Oscar Ödülleri’nde kısa listeye kalamaması hakkında da konuşan Demirkubuz, “Ben ilginçlik yaparak değil ama gerçek ve samimi bir şekilde itirafkar olmayı ve hatalarımı insanlarla paylaşmayı seviyorum. Biraz daha iyi bir alternatif olsaydı kesinlikle Oscar aday adaylığını bana vermezlerdi onu söyleyebilirim. Çünkü 12 filmim var ve ilk defa oraya gitti. Masumiyet, Kader ve Yeraltı gibi filmlerim gitmemişti ve o yıllarda giden filmlere bir bakın yani. Neyse, ben gerçekçi insanımdır. Kimseyi ve özellikle kendimi aldatmam. Orada, bizim popularize ettiğimiz ve hatta küçümsediğimizin de ötesinde bir mevzu var. Günün birinde Nuri Bilge bile olsa bu ülkeden birilerinin Oscar alması baya heyecan verici bir şey olur.” dedi.
Nuri Bilge Ceylan
’16 SENE SUSTUM NURİ BİLGE'YE HABİRE ÇAKIYORUM”
Eylül ayında açılacak olan fotoğraf sergisi hakkında da açıklamalarda bulunan Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan ile geçen yıl yaşadığı tartışmaya vurgu yaparak şunları söyledi:
"Fotoğraf sergim konusunda ‘Hep bu herif mi yiyecek ekmeği. Ben buna ortak olacağım’ (Yine Nuri Bilge’ye göndermede bulunuyor) düşüncesiyle gizli gizli öğrenmeye başladım. ‘Ne yapıyor?’ falan diye bakıyorum ve fotoğraf sergisi açma kararı aldım (Gülüyor)
10-12 sene önce fotoğraf ve video çekmekten nefret ederdim. Bir tane fotoğrafım yoktu makinem bile olmadı. Sigarayı 10-12 sene önce bıraktım ve hayatım mahvoldu. O zamanki birikintiler yüzünden hayatımdaki en önemli insandan da boşandım. Hiçbir yere gitmeyi ve gezmeyi sevmeyen biri olarak gezmeye başladım. Şehir şehir gezmeye başladım. O ara gözlemlemeye başladım. Yaşadığım şeyleri belgeme kararı aldım ve tesadüfle çekmeye başladım. 1-2 sene önce bazı arkadaşların cesaretiyle sergiyi açtım. Aynı günlerde Nuri Bilge’de bir fotoğraf sergisi açmış. Beni değer verdiğim insanlar benim fotoğrafların çok daha sahici ve iyi olduğunu söylediler. Bu meseleye bayılıyorum. Son yıllarda o kadar sıkılıyordum ki. Ben bu konuda 16 sene sustum. Adam bana o kadar büyük bir iyilik etti ki şimdi habire çakıyorum. Fırsatım olmasa da çakıyorum. Konuyu özellikle getiriyorum.
YENİ FOTOĞRAF SERGİM EYLÜL AYINDA AÇILACAK
Neyse… Yeni bir fotoğraf sergim açılacak. ‘Hayatta ve fotoğrafta en iyi pozu yalnızlar verir’ içeriğinde bir sergim olacak. Geçen sene sadece Müze Gazhane’de olacak. Bu bir defa ülke içinde pek çok yerde olacak. Eylül ayında açılacak. Sergi, Galeri Art 10’da başlayacak ama İstanbul Modern, Eskişehir, Mardin ve Bayburt gibi yerlerde de olacak. Bayburt ne alaka dimi? Şahane bir müze varmış orada. Çok hoşuma gitti. 8-10 ilde olacak."
İNSAN, KENDİNİ UNUTABİLDİĞİ ÖLÇÜDE HUZUR BULABİLİYOR
“12 Eylül döneminde hapis yatmış biri olarak kendinizi "Türkiye'nin en apolitik yönetmeni' olarak görüyorsunuz. Bugüne dek Hayat, Masumiyet ve Kader başta olmak üzere filmlerinizde genel olarak sizi etkileyen bireysel olayları ele aldınız. Yeni çıkacak olan Makam filminiz de bu doğrultuda bir film mi olacak yoksa sizi bu kez toplumsal bir filmle mi göreceğiz?” sorusuna da yanıt veren Demirkubuz, ‘insanın kendini unutabildiği ölçüde huzur bulabildiğini’ vurgulayarak şunları söyledi:
“Birey olma durumları insanı rahat bırakmıyor. Elimden gelse yaşadığım pek çok şeyi canlı alıp göstermek isterim. Allah ve tanrı inancına sahip olamadım. Fakat, kendimden daha büyük bir anlamın önünde eğilip durma konusu bende bir dert oldu. 12 Eylül öncesinde kendimi komünist sanıp Marksizm’e, yönelmenin arkasında da böyle bir şey vardı. Toplum üstünden anlatmayı düşünmüyorum. İnsan, kendini unutabildiği ölçüde huzur bulabiliyor. Kendini ne kadar unutamazsa ve kendini ne kadar ortaya koyarsa o ölçüde huzursuzlaşıyor ve çekilmez bir hale geliyor. Makam öncesinde Fay Hattı ve Yeraltı filmleriyle uğraşıyorum. Çekilebilirse onları çekmek istiyorum. “
“ENVER PAŞA HAKKINDA DERS VEREBİLİRİM”
“En son ne okudunuz?” sorusunu da yanıtlayan usta yönetmen, “Son 5 senede 2. Mahmut’tan günümüze Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi okuyorum. Enver Paşa dersleri verebilirim. Hiçbir tarihçi, İlber Ortaylı bile benim kadar güzel veremez. Çünkü onlar işin hikayesiyle ilgilemiyor. Şevket Süreyya çok ilginç bir adam. Mesela bir ara Abdülhamit- İttihat Terakki gerginliğine kafayı takmıştım. 10 kitabı birlikte okurum. Ülkede hiçbir şey değişmiyor sadece şekil değişmiyor. Şu yaşadığımız şeyler Balkan Savaşı sonrasında yaşananların aynısı. İnsan yaşlandıkça tarihe merak ilgi gösteriyor " ifadelerini kullandı.
“MASUMİYET FİLMİ HAYATIMDA BİR DÖNÜM NOKTASI”
Masumiyet filminin hayatında önemli bir yer taşıdığını vurgulayan Demirkubuz, “Bu film benim hayatımın bir dönüm noktası. Ama bunu en sevdiğim film ya da iyi, kötü anlamında söylemiyorum. Gerçekten çok ilginç mesela bu filmin ‘başarısız’ olması durumunda filmden sonra kırtasiyeci de olabilirdi.” diye konuştu.
Demirkubuz ayrıca şu ifadelere yer verdi:
“Pek çok insanın normalde olması gerektiği gibi şansı olmadı. Doğru düzgün bir öğrencilik hayatı, düşünen, okuyan ve yazan bir çevreye ait olma şansımız olmadı. Tanrı ve hayat başka bir yüzünü gösterdi. 1986 yılında çok absürt ve saçma bir şekilde en sevdiğim sineması olan Zeki Ökten ile tanıştım.
Zaten kendime sinema için değil, edebiyat için bir yol arıyordum. Çok tesadüfi bir tanışmaydı. Hayat hikayemden dolayı bir yakınlığımız oldu. İşportacılık yapıyordum. Daha düzgün bir işim ve daha sağlıklı bir hayatım olması için beni asistanlığa zorladı. 9 sene boyunca asistanlık yaptım. Yönetmenleri, yapımcıları dövüyordum. Başka sorunlar oluyordu. Her şeye rağmen diğer işlere göre parası iyiydi. Ortam her şeye rağmen iyiydi ve manitalarla daha yakından ilişki kurabiliyorduk. Pazarlarda da şanssız biri olmadım. Güzel kızlar gelirdi. Her yerin bir raconu, kuraları var ama buralar o konularda daha rahat.
HİÇBİR KUVVET BANA YALAN SÖYLETEMEZ
Türkiye’deki ilk dizilerinden birini Kemal Sunal ile çektik. Orada bir sorun oldu. Benimle alakası olmayan, eski solcu olmanın üstüme yıktığı hak, adalet, emek mevzuları yüzünden yine bir şeylere karıştım. Herkes bir şekilde anlaştı. İhale benim üzerime kaldı ve küfür ederek oradan ayrıldım. Olan bana oldu.
Hiçbir kuvvet bana yalan söyletemez çünkü dünyada yalan söylemeye değer bir şey olduğunu henüz bulamadım. ‘Bu yavşaklar bu işi yapıyorsa bende yaparım. Bunlar bu gerizekalılık ile film çekiyorsa bende çekerim’ diye düşündüm ki o zamana kadar yönetmen olmak gibi fikrim yoktu. İş rahattı. Çok çalışkan biriyim. Köpek gibi çalışırım. Kolay iş bulamıyordum. O gece Kemal Sunal beni aradı ve bir dizi teklifinde bulundu. ‘Sağol abi. Ben dizi çekmeyeceğim. Ben sinemadan başlayacağım’ diyerek kabul etmedim. Şaşırdı haliyle. Çok iyi ve şahane bir insandı. İlk filmimi 30 yaşında çektim. Hapisten çıktıktan 1-1,5 yıl sonraya denk geliyor.
Ben, bu solculuk ve marsistlikten çok erken yaşta sıyrıldım ama onun insanı sorumlu kılan ahlakından hiçbir zaman sıyrılamadım. Hala onunla başım belaya giriyor. Bir süre sonra ‘Bu sinema sektörü sana göre değil. Bu çevre zaten sana göre hiç değil’ diyerek sinema ve sanatçılardan nefret ettim. Kendimi uzaylı gibi hissettim.
Dedim ki ‘Bir şey daha yap. Sonra onunla yüzleş ve kararını ver’ Masumiyet filmi buradan çıktı. Bu filmde gördüğünüz kasetçi çocuğa benzer bir hayatım oldu. Zaten filmin bir kısmı da o dönem Anadolu’da kaldığım otellerdeki gözlemlerime dayanıyor. Masumiyet’i yazdığım dönemde ağır bir hastalık geçirdim.1-1,5 yıl boyunca o hastalık sürdü.
Sinemanın geçiş dönemindeki mevzular ve anti sosyalliğim yüzünden pek bir yere gitmiyorum. Yakın zamanda Nur Tepesi ve Okul Tıraşı filmleri beni etkiledi. Keza Savrulan Zaman filmi benim Bulantı ve Bekleme Odası filmlerimi Nuri Bilge Ceylan’ın da İklimler filmini cebinden çıkartır.
TÜRKİYE’DE MHP’Lİ OLMAK BÖYLE BİR ŞEY
Burada daha önce yaptığım söyleşiler çok eğlenceliydi. Cem Yılmaz gelse vallahi çok etkilenirdi. Size mikrofon uzatmasak mı pek böyle şey gibisiniz. Neyse Vezirköprülü Turan Kaya misali ‘Bakacağuk’ diyelim. MHP İlçe Başkanı yeğeni. Hastayım herife. Olmaz böyle bir şey. O nasıl bir gider. Demek ki Türkiye’de MHP’li olmak böyle bir şey. Adam polise neler dedi. Neyse ya siyasi işlere girmeyelim.
GÜVEN KIRAÇ O KADAR ÜNSÜZDÜ
Masumiyet öncesinde Güven Kıraç’ın filmi bile yoktu. Bir televizyon programı vardı. Orda onun rahatlığı beni etkiledi. Komedi yapabilen adamın o rahatlık ile dramatik filmlerde daha rahat oynayacağına hep inanmışımdır. Uzun zaman aradım. Kim olduğunu da bulamadım. Meltem Cumbul sayesinde kendisine ulaştım. O kadar ünsüzdü.
GÜLLÜ’YÜ MASUMİYET FİLMİNDE OYNATMAK İÇİN NELER NELER YAPTIM
Haluk Biginer evet bilinen bir oyuncuydu. Ama bugünkü şöhretinde değildi. Onu pek düşünmüyordum çünkü onunla ilk görüşmemizde bembeyazdı ‘Bundan Bekir olur mu?’ diye düşündüm. Derya Alabora ise bilinen ve saygın bir oyuncuydu. Ama kendisini gösterebileceği pek proje olmamıştı. Yakın arkadaşımdı. Asla onu düşünmüyordum. Çünkü onun tam bir beyaz Türk olduğunu düşünüyordum. Benim kafamda Derya Alabora yerine Güllü’yü oynatmak vardı. Güllü’yü oynatmak için neler neler yaptım.
En son Tarabya’da bir tavernada oturuyordum ve ‘Benim burada bu gerizekalılar arasında ne işim var?’ diye düşündüm. Kadına baktıkça deliriyordum. Hala dinlerim. Şeytan diyor ki şarkısını çok severim. Muhteşem olabilirdi. O dönem kafasına bir çelenk takıyorlardı.
Hayat, Kader ve Masumiyet filmlerim bir akrabalık bağı vardır. Ama Hayat, biraz daha kenardan bakabilen ve olgun olduğunu düşündüğüm bir filmdir ve şu haliyle tercih edebileceğim bir film. Yeraltı filmimdeki yemek sahnesi ve Masumiyet filmimdeki bazı sahnelerin bir daha Türk sinemasında kimsenin çekemeyeceği kadar güçlü olduğunu düşünüyorum.
KENDİNE KARŞI ACIMASIZ OLMAYAN İNSAN, GURURLU DA OLAMAZ
30 senedir bu kaşar sinemacıların benim hakkımdaki ‘Tek atımlık kurşun. Kaybolur gider’ sözlerine rağmen kendi çapımda bir efsane haline gelmemin en büyük nedeni ne biliyor musunuz? Kendine karşı acımasız olmam. Çünkü, gururlu bir insanım. Kendine karşı acımasız olmayan insan, gururlu da olamaz. Hatalarınızın, eksiklerinizin, kusurlarınızın ve utançlarınızın daha kimsenin görmesine bile fırsat kalmadan kendi üzerinizde öz denetim kurabilme yeteneği. Bu ülkenin zaten en büyük eksikliği. Akıl var vicdan var.
BU ÜLKEDE ÖZELLİKLE DE ŞEKİL OLARAK “SİNEMACI” DENİLECEK EN SON İNSANLARDAN BİRİYİM
Hayat filmini bitirdikten sonra en iyi zamanlarımı yaşadım. Eskiden her şey çok daha zordu. Gençken inanın çok daha zordu. Şurada bazı ayrıntıları anlatsam beni ufak çaplı peygamber ilan edersiniz. O kadar zorlu sınavlardan geçtim. Zaten öyle olmasa bu kadar rahat söyleyemem bunları. Ben bu ülkede özellikle de şekil olarak “sinemacı” denilecek en son insanlardan biriyim. Gündelik hayatımda izi bile yok. Anlaşılmak dünyanın en zor şeyidir. Beni sevenler kadar nefret edenler de var. Hayat böyle bir şey. Sevilmemek falan değil sorunum. Zaten tüm ömrüm bununla geçti. Masumiyet çıktığı dönem, Türkiye’de olay oldu. Siyasi köşe yazarlarının hepsi hemfikir oldu. Bunlar bugün birbirini yiyen ve birbirinden nefret eden yazarlar. Değişik ideolijilere ait yazarlar. Ufak çaplı bir Türkiye barışı gerçekleştirdim. Fakat ben buna uyuz oldum. ‘Hiçbir değeri olmayan, müziksiz ve kamera hareketi olmayan bir film yapacağım’ dedim ve Üçüncü Sayfa’yı yaptım. Bir insanın kendini sorgulaması, kendinden şüphe etmesi ve kendinden şüphe etmesi kısa vadede ona sorunlar yaşatabilir ve onu yaralayabilir ama uzun vadede inanılma faydalıdır.
ÇOK KEZ PES ETTİM
Çok kez pes ettim. Her filmimden sonra sinemayı bırakmayı düşündüm. İnsan biraz kayıtsız kalmayı bilebilmeli. Kıskanmak filminden sonra sinemayı bırakma konusunda emindim. Gazetecilere haber verdim. Niye böyle bir şey yaptıysam. Ne gerek var yani. Sinemayı bıraktığımı açıklayacaktım. Niye biliyor musunuz? Ortaya konulan hikaye bakımından belki de en güçlü filmimdi. İnanılmaz fedakarlıklar yaptım. Film çekildi. Kendisine ‘sinemacı’ diyen yavşaklar filmi sürekli karaladılar. Utanç vericiydi. “