Olağan sorumlulardan biri eskiyen itfaiye öncü aracını yenilemek yerine makam aracı alan yerel yönetim. Diğeri denetleme işini hakkıyla yapmayan Kültür ve Turizm bakanlığı. Diğer biri ise işletmesinin güvenlik tedbirlerini almayan, aldırmayan otelin sahibi. Hiçbiri sorumluluğu üstüne almıyor. Aksine bağıra çağıra birbirlerini suçluyorlar. Yasalarla belki insanlar susturalabilir ama vicdanlar dindirilemez. Ahlaki ve siyasi sorumluluktan kaçılamaz.
Bolu’nun kış turizmine hitap eden güzide otellerinin birinde yangın çıktı. 78 insan öldü. Yangın kazayla çıktı. Ama yangınla ilgili standart tedbirlerin yokluğu kazayı felakete dönüştürdü. Olay, bir farkla Türkiye’ye mahsus klasik bir örnek. Klasik örneklerin genelde sıradan halk ile yozlaşmış kamu görevlilerden oluşan iki tarafı var: Cahillik, imkânsızlık ve siyasi yozlaşmışlık. Oysa bu örnekte turizm acenteleri, sigorta şirketleri ve girişimciler de bulunmaktadır. Bunlar çaresiz, bilgisiz ve taşralı değil. Aksine eğitimli, dünya görmüş, meşrepçe rasyonel olacağını umduğumuz kesimler. Böyle olması kahrımızı bir kat daha arttırmaktadır. Lafın bittiği yerdeyiz. Olağan sorumlular birbirini suçluyor. Hiçbiri mahcubiyet göstermiyor. Onları duyunca bizim yüzümüz kızarıyor. Tamam! Sorumluluğu olanlar Japonlar gibi intihar etsin demiyoruz. Ama aralarından biri sorumluluğu üstüme alıyorum, istifa dilekçemi veriyorum desin!
Olağan sorumlulardan biri eskiyen itfaiye öncü aracını yenilemek yerine makam aracı alan yerel yönetim. Diğeri denetleme işini hakkıyla yapmayan Kültür ve Turizm bakanlığı. Diğer biri ise işletmesinin güvenlik tedbirlerini almayan, aldırmayan otelin sahibi. Hiçbiri sorumluluğu üstüne almıyor. Aksine bağıra çağıra birbirlerini suçluyorlar. Toplumu kutuplaştırarak aradan sıyrılmaya çabalıyorlar. Meclis soruşturması açılacakmış, savcılık soruşturma yapıyormuş, rapor bekleniyormuş, o görev bunun değilmiş, bu görev onun değilmiş! Yasalarla belki insanlar susturalabilir ama vicdanlar dindirilemez. Ahlaki ve siyasi sorumluluktan kaçılamaz.
İrrasyonel toplumlarda siyaset ve idare işleri maalesef bir kamu görevi nosyonuna bağlı cereyan etmiyor. İnsanlar ait olduğu asabiyesi ve grubu adına siyasete ve idareye talip oluyor. Yetkiyi kapınca kendi kabilesine hizmet ediyor. Kamu kaynaklarını ve statülerini ikta ve ganimet gibi kendi asabiyesine paylaştırıyor. Atanan idareciler işlerine kamu görevi gözüyle yaklaşmıyor. Topluma değil de kendini oraya atayan kişiye minnet duyuyor. Kendini işe alanları ve aldıranları efendi belliyor. Kanunların ve ahlakın emrettiği işini yapmak yerine efendisinin telefonunu bekliyor. Maalesef! Kul bürokrasisi şekil değiştirerek devam etmektedir! Bu kapıkulu tiynetli kişiler toplumdan utanmıyor. İstifa etmeyi aklından bile geçirmiyor.
İktidara ulaşan siyasetçi işini ehliyetle yapacak idareci aramıyor. Aksine irade-i şahanesine ram olacak sadık kapıkulu arıyor. Gönlünden geçen devşirmedir. Ama günümüzde bu mümkün değil. Onun için uyarlama yapıyor. Osmanlıdaki liyakatli devşirmelerin rolünü liyakatsiz saflara oynattırıyor. İdarecilerin siyaset, yönetim, hukuk ve sosyal bilim kariyeriyle ilgili olmayanlar arasından seçilmesinin sebebi budur. Şu kadar ki bunların saf dürüst olanları seçiliyor. Liyakatsiz ama sadık ve itaatkâr. Saf ve dürüst. Liyakatsiz olacak ki kendisini o makama getirene göbekten bağlı olsun. Saf olacak ki verilen emirleri sorgulamasın. Kendi çıkarını gözetmesin. Bunların bütün eylemleri efendileri nam ve hesabınadır. Kendileri masumdurlar. Bütün suçları efendi olarak belledikleri atama makamındaki kişinin emirlerini sorgulamadan yapmalarıdır. Ama bunlar tecrübi yöntemle liyakat kazanırlar. Bu kertede iğfal ve istismar edildiklerinin de farkına varırlar. Ya istifa ederek masumiyetlerini korur ya da göreve devam etmeyi seçerek ahlaksız liyakatliler arasına katılırlar. Bu yoz sistemin işleyişi liyakatsiz ahlaklıların bulunurluğuna bağlıdır. Ki zamanla liyakatsiz ahlaklıların sayısı azalır. Sait Halim Paşa haksız değerlendirmeyle bu durumu kaht-ı rical olarak değerlendirir. Ama iddiası doğru değildir. Çünkü aranan liyakatli ve ahlaklı adam değil, iğdiş edilmiş harem ağasıdır. Bu yozlaşmış habitusta ahlaklı ve liyakatli insanın yaşaması imkansıza yakındır.
Bu yozlaşmış patrimonyal düzende bütün idari makamlar son kertede ahlaksız liyakatlilere kalır. Bizi birbirimizle kavga ettirip aradan sıyrılmaya çalışan tipler işte bunlardır. Sokrates, bilgelerin bildiğiyle amel edeceği konusunda fena yanılmıştır. Çünkü ahlaksız insanların sahip olduğu bilgi masumların anlına doğrultulacak silahtan farksızdır. İbn-i Haldun bundan dolayı çok zeki insanları yönetici yapmayın diye tenbihte bulunur.
Liyakatli insanların Türkiye’de kamu görevlerine gelmediği iddiası, af buyurun, bir kakafonidir. Aksine atananların çoğunluğu liyakatlidir. Ama ahlaksızdır. Ahlaksız liyakat topluma hizmete değil de kendi makamlarını korumaya yaramaktadır. Bazıları bu yozlaşmış patrimonyal düzeni haksız bir şekilde muhafazakarlığa hamletmektedir. Bu iddiayı şiddetle reddediyoruz. Halil İnalcık ve Şerif Mardin gibi entelektüel sosyal bilimcilerin tespit ettikleri üzere Cumhuriyet rejimi Osmanlının yapı olarak devamıdır. Cumhuriyetin iktidar elitleri yasal ussal bir düzen değil, neo-patrimonyal bir düzen yaratmışlardır. Bu yozlaşmışlığı laik ve muhafazakâr diye ayırmamak gerekir. Laiklik, Atatürkçülük, muhafazakârlık, milliyetçilik, İslamcılık ahlaksız liyakatlilerin ikbal ve iktidarlarını korumak için kullandıkları birer retorikten ibarettir. Bu, onlar için böyledir!