“İslâm iktisadı”nın içi doldurulabilir mi?
1970’lerde doğu-batı, komünist-kapitalist çatışması aynı zamanda iktisat sistemleri çatışması olarak da görülürdü.
Bir tarafta kapitalizm, diğer tarafta “Kapital” vardı! Kapital’e göre bir iktisat sistemi hayata geçirilmiş miydi? Bunu söylemek mümkün değil. Bir Sovyet sosyalizmi vardı, devlet ve bürokrasi üzerinden bir sosyalizm. Tam diktatörlük sistemi. İnsanî hasletleri dikkate almayan baştan sona planlamacı bir iktisat. Bu ne ölçüde uygulandı? O ayrı bahis. Fakat güçlü bir sosyalizm propagandasına hizmet ettiği şüphesiz.
Türkiye devletçi bir gelenekten geliyordu, ekonomide devlet ağırlığı kesindi, fakat kapitalist blokta idi. Öyle bir sistem ki, sosyalizmden uzak, kapitalizm de değil! Liberalizm hiç değil!
O yıllarda birçok konuda çatışmayı bitirecek bir “üçüncü yol” araştırılmıştır. Sosyal demokrasi bir orta yol olarak sunulmuştur. Ortanın solu keza. Bunlar kapitalist sistemin içinde kalarak “sosyal devlet”le bir çözüm teklifidir. İşte bu yıllarda “İslâm iktisadı” da konuşulmuş, tartışılmıştır. Komünizme karşı olduğu açıkça bilinen Nureddin Topçu’nun “Müslüman Anadolu’nun ruhçu sosyalizmi”, “İslâm sosyalizmi” gibi ifadeleri, sağ cenahta keskin tepkiler oluşturulmak için kullanılmıştır. Topçu’ya karşı kapitalizmi savunmanın kimlere kaldığını o nesilden olanlar bilir.
İşte “İslâm iktisadı” bu yıllarda sıkça konuşulmuş, yazılmış ve tartışılmıştır. Sadece Türkiye’de değil. İslâm ekonomisi veya iktisadı başlığıyla birçok tercüme kitap da vardır. O yıllarda “Tarih ve Toplum-Türkiye’de Toprak Meselesi” isimli bir kitap çalışmamız dolayısıyla konuyla ilgili literatürü gözden geçirmiştik. Ahmet Tabakoğlu’nun “İslâm İktisadına Giriş” kitabı işte bu dönemin mahsulüdür ve Tabakoğlu daha sonraki akademik kariyeri boyunca da konuyla ilgili çalışmaya, yazmaya devam etmiştir.
“İktisadî insan” kavramı ile “Müslüman insan”ı birlikte düşünmek. Bunun hayata yansıması teoriden daha anlamlı bulunabilir. Türkiye’de tabiî olarak önemsenmeyen bir konu, 1960’lardan itibaren Avrupa’ya çalışmaya gönderilen vatandaşlarımız için çok mühim bir mesele olmuştur. Helâl beslenmek, Avrupa’da Türk vatandaşlarına bir ekonomi kapısı açmıştır. Bugün Avrupa’daki sermayedar Türklerin başlangıç noktası bu dinî hassasiyettir.
Bu hassasiyeti daha öteye götürmek, haramı helâli gıdadan öteye geçirmek, faiz meselesini çözecek adaletli bir sistem geliştirmek, devletin ekonomik mevkiini tayin etmek. Bunu da her şeyin hızla değiştiği, kaydî paradan sanal paraya doğru akıldığı bir dönemde yapmak… Bunun için “zor” kelimesi bile hafif kalır. Âdil bir iktisadi nizam teklifi olmayanın âdil bir dünya düzeni teklifi de olamaz.
Cumhurbaşkanımızın 12. Uluslararası İslâm Ekonomisi ve Finansı Konferansı’ndaki konuşması zaman ve zemine uygun bir konuşma. “Bu çarpık yapının alternatifinin insanı merkeze alan, emeği yücelten, haksız kazanca müsaade etmeyen İslâmi ekonomi ve finans modelidir. İnsani, ahlaki ve çevreci karakteri faizi ve sömürüyü reddeden yapısıyla İslâm iktisadı krizden çıkışın anahtarıdır. Geleceğin dünyasında faize ve sömürüye dayalı mevcut ekonomik sistemin yerini risk paylaşımının esas olduğu katılımcılığa bırakacağına inanıyorum”.
Dikkat edilirse, bu bir niyet beyanı. Uygulama ayrı ve başlıbaşına külfetli sistematik bir iş. Bir kere “islâmî finans modeli” ifadesi dar bir alanı kapsıyor. İslâmî mâlî bir sistem üzerinde durulabilirdi. “İslâmi finans kurumları”nın ne ölçüde islâmî ilkeler üzerinden çalıştığı ayrı bir mevzu, neredeyse rayiç faize denk bir kâr payı verebilmek, en azından kolay başarılabilecek bir şey değil. “İslâmî finans” kavramını da çiğ buluyorum. Bu bir nevi bankacılık sistemine İslâm’ı karıştırmak ne derecede doğru? “Faizsiz bankacılık” denilebilir.
İslâmî finans, parası olanların buna nasıl idare edeceğine dair kapitalist nizam içinde bir imkân sunuyor. Ötesine geçilmeden, dünyanın açlarına uzanan bir nizamın parçası yapılmadan bu sistem sermayenin sermayedarlar arasında dolaşmasından başka nedir ki? Dünyada ekonomik bakımdan en zor durumda bulunan insanların Müslümanlar olması, buna karşılık dünyanın büyük maddi kaynaklara sahip bazı ülkelerinin “Müslüman ülkeler” olması yeterince açıklayıcı değil mi?
Zenginlere çözüm bulan, fakirlere de çözüm bulamazsa, varacağı bir yer olamaz.
İslâm iktisadı, âdil bir dünya özlemi, kişiden başlayıp bütün küreyi kapsayan bir iyi niyet mesajı olarak okunabilir. İçinin doldurulması, bugünün kapitalist sisteminin dışına çıkmadan bunun başarılabilmesi ne derece mümkün?
Bizim işimiz sormak!