Şu yorgun seçim sabahında...
Ben bu yazıyı seçime bir gün kala yazıyorum. Yarın seçim. Pazartesi günü siz bu yazıyı okurken artık her şey belli olacak. Her birimizin beklentisi farklı elbet. Kimi A olsun istiyordu, kimi B, kimi C… Ama demokrasi bu! Birimiz sevineceğiz, diğerleri üzülecek, hatta sinirleneceğiz de! Lakin hayat devam edecek, umutlar tazelenecek, herkes yine bir Godot bekleyecek! İnsan bu: Hayal ettiği müddetçe yaşar! Kimini ayakta tutan “Tatar Çölü”ndeki gibi bir hayali düşmandır, kimisi “Godot’yu Beklerken”deki gibi meçhul bir kurtarıcı bekler. Hasılı hepimiz “emel gurbeti”nde değil miyiz? İyi ki öyleyiz, iyi ki bir beklentimiz var…
Sanırım yorulduk, didiştik, bağırdık çağırdık, konuştuk konuştuk!.. Ve bitti! Çoğumuzun hele şu seçimin sonucu bir belli olsun da bakarız deyip ertelediği veya sonuçlara göre netleşecek işleri vardı. İşte bitti! Döndük yine kaldığımız yere…
Onca gergin günden sonra Ahmet Haşim’in “Yorgun gözümün halkalarında/ Güller gibi fecr oldu nümâyân” dediği bir sabaha uyandık. Tıpkı şiirdeki gibi gözlerimizde yorgun halkalar…
Bu yorgun sabahta size felsefi ve psikolojik bir edebi metin tahlili yapmak istemedim doğrusu. Yani sırası değildi mesela Edip Cansever’in “Çağrılmayan Yakup”undaki “kurbağalar”dan, sıkıntıdan, uyumsuzluktan, yalnızlıktan, yabancılaşmadan bahsetmenin. En iyisi dedim Ülkü Tamer’in “Yaşamak Hatırlamaktır” (Doğan Kitap, 1998) adlı anı kitabından bahsedeyim, ama gülümseten anılarından.
Şair anılarında Robert Kolej’deki lise yıllarından da söz eder. Bir anısı şöyle: Okulda bir öğrenci derse giremediğinde Richard Childs adlı bir öğretmenden imzalı bir “mazeret kağıdı” alması gerekiyormuş.
Tamer’in karikatürü fena değil, çizgileri güçlü, bir gün önündeki kâğıda Mr.Childs’in imzasını atıyor öylesine. Ondaki bu mahareti gören arkadaşları durur mu? Derse gelemeyen, okulu asan Childs’in bürosundan yürüttüğü boş mazeret kağıtlarını ona imzalatıyor. Artık sabahları bir kuyruk Childs’in bürosunun önündeyse, bir başka kuyruk da Ülkü Tamer’in yatakhanesinin önünde, Childs 10 imza atıyorsa o 30 imza basıyor. Dersi asan Tamer’e koşuyor!.. Bir gün sınıftan bir öğrenci coğrafya dersine girip öğretmene mazeret kağıdını uzatır. Baba Ziya dedikleri öğretmen imzadan şüphelenir, Childs’in sekreterini çağırır; “Mr. Childs’e sorun bakalım bu imza onun mu?” der. Tamer’in sırtından soğuk terler boşanır. Ya foyası meydana çıkarsa!.. Biraz sonra kapı vurulur, “Evet efendim imza Childs’inmiş” deyince bir ohh!.. Ama daha sonra Ülkü o öğrenciye sorar” Yahu der, o kağıdı ben mi imzalamıştım Childs mi?”
Arkadaşı “Ulan der hatırlamıyor musun, geçen hafta 2 gün revirde yatmıştım, Childs’e imzalamıştım.” Sınıftan Kerem adlı arkadaşı Tamer’in ensesine bir şaplak indirir; “Oğlum” der, “Hocalar senin imzana öyle alışmışlar ki, Childs’in imzasını sahte sanıyorlar!”
Kitaptan bir gülünç sahte imza anısı daha! Ülkü Tamer üniversite öğrencisidir. Ocak ayı tatilinde trenle memleketi Antep’e gidecek, ama öğrenci indiriminden yararlanabilmesi için kimliğini imzalatması gerekiyor. Sekreterliğe gidiyor, yetkili izinli, diğer memur da benim işim değil deyip imzalamıyor. Tamer çaresiz. “Yeditepe” dergisine gidiyor, Hüsamettin Bozok’un önünde yayımlayacağı “Çağdaş Fransız Antolojisi”, Prévert’in, Eluard’ın, Rimbaud’nun, Jacob’un fotoğraf ve imzaları. Tamer, klişeleri önüne yayıyor Guilaume Apollinaire’in imzasını beğeniyor, Apollinaire’in imzasını ıstampada mürekkepleyip kimliğe basıyor. Hüsamettin Bey sormuş: “Ne yapıyorsun Ülkü?” “Hiç” demiş Tamer, “Şebekemi Apallinaire’e imzalatıyorum!” Sonra Apollinaire’in imzasıyla gel-git İstanbul Antep trenleri…
İşte böyle! Şu seçim sabahı, yorgun bir günde, gözlerinizde mor halkalar, memleketin hâli, bir de ben sizi yormayım. Bakın “Altın kulelerden yine kuşlar” ömrün tekrarını ilân ediyor!..