Fatma hanım
İki aylık karantinanın ardından sokağa çıkma izni. Fatma hanım hiç kimsenin refakat etmesini istemedi. Kızılcık dalından yapılmış işlemeli bastonu yeterliydi özgüvenle yürümesi için. Esintiye karşı simli atkısını boynuna doladı.
En yeni ayakkabısını giydi. Serbestinin sevinciyle ana caddelere büyük parklara rağbet eden akranlarının aksine mahalledeki fırına yöneldi ilkin, kendi ekmeğini eliyle almak büyük mutluluktu. Balkondan görüp de hasretini çektiği küçük parka yöneldi sonra.
Merdivenin başında karıncaların toprağı kabartarak kaynaşmalarını seyretti bir süre. Çocukluğundaki gibi kanatlı karınca görmeyi diledi ama biraz bekleyince, işçilerden çok daha büyük olan kraliçe karıncayı görmek de yetti ona. Yıllardır alış veriş sonraları dinlenmek için oturduğu parkta ilk defa salyangozların bu kadar çoğaldığını görüyordu. Yakında yağmur da yağmamıştı ama solmuş bakımsız çiçeklerin etrafını sarmışlardı ne halse. Yavaş sanılmalarına rağmen aslında emin adımlarla hem de iz bırakarak yürümeleri bir kez daha hayrete düşürdü. Parka epeydir el değmemiş gibiydi, pisi pisi otları neredeyse adam boyu uzamış her yeri sarmıştı. Allah vere de otlara dalmaya meraklı çocukların, kedilerin köpeklerin organlarına kaçıp zarar vermese. Küçük mor mineler, sarı çiçekler bu istila karşısında yerle bir olmuş gibiydi. Modern hayatın çökmesini ve her yeri yabani otların kaplamasını sabırsızlıkla bekliyorum diyen ünlü yönetmen Hayao Miyazaki’nin duası mı kabul oluyor acaba. Peki böyle dilekleri olanların en modern teknolojilerle çalışmasına ne demeli. Parkın görkemli kırmızı erik ağacı, geçen günkü fırtınada köklerinden sökülüp devrilmiş. Aslında her şeye kırmızı diyorlar ama bu ağaç yaprakları ve meyvesiyle tam bir patlıcan moru. Sadece yedi rengi bilen insanla yetmiş yedi rengi bilen insan bir olur mu. Nasıl da genç bir ağaçtı, meyveleri daha büyüyecekken toprağa karışıyor, öyle ya kurtların kuşların da nimete ihtiyacı var.
Salgın hastalığın yarattığı gönül kırıklığını unutturan kedilerin neşesi oldu. Parkta krallıklarını ilan etmişler sanki. İki üç farklı anneden doğmuş, gözleri yeni açılmış renk renk kedi yavruları etrafta koşuşmaya doymuyor. Fatma hanım bir tanesini tanıdı sanki. Beş altı ay önce genç bir adam pencerelerden herkesin gördüğü bir cinayet işlemiş, siyah benekli bembeyaz bir kediyi kanlar içinde yere serip kaçmıştı. Tıpkı basım gibi aynı kedinin üç kopyasına birden rastlayınca Allahın hikmetinden sual olunmaz diye düşündü. Yavrular annelerini kaybetseler de hayatta kalmayı başarmışlar, tevekkülle katılmışlar evrenin döngüsüne.
Bu parka epeyce bir zamandır çocuklar gelemiyor, gönüllerince eğlenemiyorlar. Onlar gibi çocuk olan fakat tiner ve bali müptelası yüzünden etrafta korku yaratan çocuklar için epeyce çaba sarfedildi ama normal bir yaşam kurmaları yerine bir kısmı büyüyüp tekrar müdavim oldular. Siyah naylon poşetler, kırılmış şişeler, üzerinde uyunan kartonlar, yakılan ağaç dalları. Bu yaraya melhem bulmak için elbirliği şart. Akasyalar açmış sessiz sedasız. Belediye görevlileri neden bu kadar çok buduyorlar diye üzüldü Fatma hanım. Göklere uzanan heybetli ağaçlar makilere dönmüş, tevekkeli değil pencerelere ulaşmıyor artık kokuları. Kargalar geldi elindeki ekmeğin kokusuna. Korkusuz ama temkinli, ısrarcı ama korkutucu olmayan kuşlar. Her zamanki gibi kendilerine güvenen, her türlü iletişime açık fakat bazen cüretkar olabilen uyanıklar…Fatma hanım da deneyimliydi bir parça verdiğinde artık rahat oturamazdı. Ayağa kalkınca paylaştı ekmeğini.
Salgın günlerinin ruhları örseleyen ağırlığını Ramazan kuş gibi hafifletti. Kur’an okumak Hızır gibi yetişti Fatma hanımın imdadına. Baki değil fani olan dünya macerasının bir bitiş takvimi var sonuçta. Yıldızların ışığı söndürüldüğünde, gök kubbe yarıldığında, dağlar ufalanıp savrulduğunda diye tarif edilen bir zamana illa ki erişecek bu gezegen. O zaman ilahi vahyin ışığından uzak kalmak dünya ağrısını kat be kat artıracak. Bazen uzaklardan gördüğü, eğilip bir şeyler toplayan kadınları hatırladı. Pisi pisilerin arasında ısırgan otları boy vermişti. Merdivenin yanındaki topraklı kısımlar ise semizotuyla kaplanmıştı. Mantarları ise ilk kez görüyordu. İnsansız kalınca parkın huyu değişmiş, olmadık şeyler olmaya başlamış. Çantasındaki eldivenleri takıp zehirli olduklarından şüphelendiği kırmızı siyah mantarları toplayıp çöpe attı. Bir çocuk ya da kadın geçerken toplayabilirdi etli diye. Bir dahaki izinde su ve yem getirmeyi unutmamalı buraların yeni sakinlerine diye hayıflandı.
Eve döndüğünde elli gündür evden çıkmamanın getirdiği hamlıkla bitkin ve mutlu yatağa uzanmıştı. Parkın duvarından sarkan mor salkımlardan bir iki dal koparıp suya ıslasa mıydı? Televizyonda şehirlerin bütün caddelerinde gezinen dedeleri nineleri görünce onlardan biri olarak tek başına çıkıp gezebildiği için içini buruk bir sevinç kapladı. Duygu doluydu zamanın her karesi. Gençlik çağlarındaki gibi bir şiir yazmak istedi. Yeter ki o ilk kelime çıkıp gelsin.