‘Bana uygun değil, teşekkür ederim’ demek hiç mi mümkün değil?
Üst düzey atamalara itirazlar ve tepkiler malum. Aslında daha çok tepki demeliyiz, itiraz değil. Zira, itirazın bir yolu yok, dolayısıyla manası yok.
Bu kadar da olur mu, bu kadar liyakatsizlik, bu kadar ehliyetsizlik nasıl revaç bulur, demekten ibaret hepsi de… Netice itibariyle atayanın yetkisi anayasada mündemiç ve bizatihi referandumla ve pek yakın geçmişte verildi. Kim ne karışır? Sonuçta memlekette seçim var, derdi olan orada içini döker.
Bu işlemler sonucunda seçime kadar telafisi imkansız zararlar olabilir mi? Yahut, liyakat esas alındığında doğacak fayda işe yarar mıydı? Bunlar teferruat… Eskidendi böyle iyi niyetli, ince eleyip sık dokuyan düşünceler. Devrinde bizi gururlandıran şampiyon bir güreşçinin pekala ekonomi zor dönemden geçerken büyük bir kamu bankasının yönetiminde de zafer kazanacağını varsaymak zorundayız. Sonuçta hayat bir mücadele; minderde de, borsada da, piyasada da…
Evvelden herkesi yine böyle şaşırtan, hayrete düşüren, inanılmaz gözlerle baktıran atamalar gibi bu da birkaç gün sonra hayatın normali haline gelecektir. Daha inanılmazları gelene kadar haber değeri dahi taşımayacaktır. Daha inanılmazı da gelir, kimse şaşırmasın…
Makamların, mevkilerin, atamaların, koltukların nasıl verildiğini biliyoruz. Her siyasetin bir yoğurt yeme usulü vardır ve siz ne kadar aksinde ısrar etseniz de kimilerine göre sadakat, liyakattan kat be kat faydalıdır. Layık, ehil, tecrübeli, birikimli adamın ne yapacağı belli olmaz ama ötekini bilirsiniz.
Geçelim burayı…
Şunu merak ediyoruz.
Tamam, seni bir göreve atamak istediler ve sana hayal edemeyeceğin bir makam teklifiyle geldiler. Seni en parlak koltuklara, bankalara, genel müdürlüklere, üniversitelere, kurullara vs, atamak istediler. Hakkındır da bir açıdan, ona da tamam. Ama hiç mi bir noktada durup “Burası da benim hakkım değil. Teşekkür ederim ama daha ehil birini bulsanız” demek, diyebilmek yok. Oraya benzer yer yine iste, kaybın olmasın ama görüyorsun ki o iş olmaz sana. Birçok şey olur ama “uzmanlık” diye bir kural var ve bazı insanlar bazı işleri o yüzden yapamazlar. Yapamamaları da ayıp değildir ayrıca. Yapay zeka değiliz hiçbirimiz!
Yapay olmasa da basit zekayla hepimiz üç aşağı beş yukarı yerimizi, yakışanı, uygun olanı biliriz. Bu kadarı olmaz ya da burası olamaz, demeyi… Atayan atamış ama bugüne kadar bir kişi de çıkıp “Burası bana uygun değil” demez mi?
Demediğine göre ipin ucunu biz kaçırmış olmalıyız. Kimler nerelere geliyor da uygun olsun olmasın bir makamı kapan başkasının geldiği yeri görüp bu yüzden umursamaz oluyor. Sağa sola bakıp her göreve şapka çıkartanları görünce o da kendi işine bakıyor. Pekala ben de olurum, deyip çıkıyor işin içinden.
Çok uzatırsanız da iş, bankayı bankacıların daha iyi idare ettiğini kim söyleyebilir noktasına kadar gider. Bankacı hesabı kitabı yapar, başkaları stratejik kararları daha iyi verir, derler kilitlenir kalırsınız.
Mesele da budur… Liyakat, ehliyet, tecrübe bir kere çiğnendikten sonra kime neyi hak ettiğini etmediğini söyleseniz boş. Bir kere çiğnenir hep çiğnenir. Öyle olmuyor mu nitekim?