Ömer Saruhanlıoğlu sema ayinlerinde çektiği 48 fotoğrafı ‘Mevlevi Dervişleri’ adıyla sergiye dönüştürdü. Saruhanlıoğlu “Flû ve belirsiz görüntüler, anonimlik, geçicilik, fanilik... Bildiğim kadarıyla sema etmiş olup da sema ayinini bu düzeyde, yani 30 yıldır fotoğraflayan yegâne kişiyim” dedi.
Yazar-çevirmen Ömer Saruhanlıoğlu ilk kişisel fotoğraf sergisini açtı. 31 Aralık’a kadar Kültür Bakanlığı Devlet Kütüphanesi Sergi Salonu’nda görülebilecek ‘Mevlevi Dervişleri’ adındaki sergide Saruhanlıoğlu’nun 30 yıl boyunca sema ayinlerinde çektiği siyah-beyaz fotoğraflar sanatseverlerle buluşuyor. Saruhanlıoğlu sergisini anlattı...
“Mevlevi Dervişleri sergisi, hepsi siyah beyaz 48 fotoğraftan oluşuyor. Fotoğrafları 90’ların başında çekmeye başlamıştım, yani yaklaşık 30 yıllık bir çalışmanın ürünü, bunların bir kısmı bugünkü dijital fotoğraf teknolojisinin ulaştığı teknik düzey bakımından oldukça geride kalmış gibi görünüyor ama yine de koymadan edemezdim. Bunlar bir ölçüde sergiye retrospektif özellik katıyor.”
“Mevleviler, özellikle ‘sema töreni’ veya ‘sema ayini’, belgesel, kültürel, mistik, estetik ve hatta turistlik birçok yönüyle fotoğrafla ilgilenen hemen herkesin ilgisini çeken bir konu şüphesiz. Ben de bunların cazibesine kapıldığımı itiraf ederim. Ancak beni konuyla irtibatlı kılan bunların dışında başka bir bağ var galiba. Bunu bir ‘gönül bağı’ olarak tavsif edip de geçiştirmeden doğru bir ifade bulmaya çalışıyorum. Bu ilişki bir gönül bağı olmanın ötesinde bütün hayatımı tarif edilmesi zor bir biçimde yeniden inşa etmeme vesile olan esrarengiz bir macera oldu benim için. 80’ler; ilk gençlik yıllarımda, şiddetli bocalamalar ve arayışlar esnasında nasıl olduysa birden bire kendimi ‘sema’ ederken, sonra yine nasıl olduysa sema edenleri fotoğraflarken bulmuştum. Bu vesileyle bütün bunların zahiri sebebi olarak görünen merhum Nezih Uzel’i rahmetle anmak isterim. Bu ‘sema ediş’ galiba bana fotoğraf çekerken konuya içeriden bakma imkânı sağladı ve görselliğin ötesinde sema ayininin bir tür kronolojisi ve anotomisini ortaya koyma düşüncesini ilham etti. Bu tecrübeyi tersten oluyunca sezgisel olarak şunu hissediyorum ki, çektiğim fotoğraflar bir çeşit semazenin içerden dışarıya bakışını yansıtıyor. Flû ve belirsiz görüntüler, anonimlik, geçicilik, fanilik… Bildiğim kadarıyla sema etmiş olup da sema ayinini bu düzeyde, yani 30 yıldır fotoğraflayan yegâne kişiyim. Nihayet Hz. Mevlana’nın ‘Sema Gazeli’ne işaret etmeden geçmek olmaz. Gazelde geçtiği haliyle dilbilgisi açısından sema kelimesi duymaya karşılık gelse de semanın Mevlevilik bakımından kazandığı ıstılahi anlam bakımından kelimeyi mevlevi zikri, yani ‘sema ayini’ olarak okumamamak için bir sebep göremiyorum ben.”
“Fotoğraflarda hareket, belirsizlik, anonimlik, neredeyse yok oluş ve ‘fenâ’ halleri baskın ve hatta abartılı, tekniği ve sınırları neredeyse zorlayacak bir şekilde görünür oldu. 30 yıl boyunca çektiğim sema fotoğraflarında ortaya çıkan sonuç ve yapmaya çalıştığım şey şu: Sema eden insan -en azından teorik düzeyde- önce var -belirgin-, yavaş yavaş flûlaşıyor, yok oluyor, fenâ buluyor, sonra geri dönüyor. 80’li yaşlarına ulaşmış meşhur bir Japon ressamın ‘Daha önce çizdiklerimin hiç bir anlamı yoktu. Şimdi şimdi çizginin sırrına erdim. 120 yaşına geldiğimde ister bir nokta, ister bir çizgi, çizdiğim her şey hayat bulup canlanacak’ dediğini okumuştum. Bundan mülhem ben de bundan sonraki 30 yıl içinde bunu yapmayı başarabilirim İnşallah.”
UHREVİ HAVAYI BOZMAK MAHCUP EDİYOR
Ömer Saruhanlıoğlu “Semazenlerin fotoğraflarını çekmenin ‘harici ve dahili’ zorlukları oluyor” diyerek bunları şöyle açıkladı: “Harici zorluklar derken zaman zaman fotoğraf çekilmesine izin verilmemesini kastediyorum. Bunun makul sebepleri olduğunu kabul ediyorum. Teknik anlamda da ışık yetersizliği ve hareketli çekimler için gerekli olan tripot kullanamamak gibi konular fotoğraf çekeni sınırlandırıyor. Dahili sebepler dereken ise kendi adıma konuşayım; ordan oraya koşuşturup da deklanşör sesleriyle ‘uhrevi havayı’ bozmak beni ziyadesiyle mahcup ediyor ancak Sait Faik’in bir hikâyesinde ‘yazmasan deli olacaktım’ dediği gibi insanın karşı koyamadığı tuhaf bir istek bu mahcubiyeti dengeliyor galiba. Fotoğrafların bir kısmı yaklaşık 0 yıl önce daha dar kapsamlı ve daha da amatörce yine bir Şeb-i Arus döneminde Konya’da sergilenmişti. Bu arada 57 yaşında olduğumu belirteyim, daha önümde epey zaman var.”