Sûfi sinema mümkün mü?
Mevlana Celaleddin-i Rûmi ailesiyle birlikte Konya’ya teşrif edeli 791 yıl olmuş. Türbeye gidip de onu ziyarete gelmiş yetmişiki milletten insanı görünce, her dem taze kalmanın nasıl bir gönül fethiyle gerçekleştiğini anlıyor insan. Her dilden, renkten, ülkeden, meşrepten insanın ortak özüne hitap edebilmek için müstesna bir kemâlâta ihtiyaç var. O’nu İslamdan bağımsız bir mistik olarak tanımlama gayretleri yok değil. Fakat Mesnevisine ve yaşamına halis niyetlerle nüfuz eden herkes anlar ki Rûmi’nin yolculuğunun ve semasının gayesi Kur’anın ve Peygamberimizin muradını en doğru şekilde anlayıp anlatmaktan başka bir şey değil.
Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünün bu teşrifin anısına belediyelerin de desteğiyle geçen yıl başlattığı Sufi Sinema Günleri (Sûfisin) etkinliği, zamanın ruhunu kavramanın bir yolu olan sinemaya eğiliyor. Yönetmenliğini İhsan Kabil, Enver Gülşen ve Sadık Yalsızuçanlar'ın yaptığı çalışmada, dört gün boyunca irfanî bir sinemanın imkanları, zorlukları, elimizdeki kültür ve hikaye birikiminin yoğunluğuyla birlikte değerlendirildi, dünyadaki mevcut çalışmalar masaya yatırıldı. Film gösterimleri, “sinema maneviyatında yeni dil arayışları” başlıklı oturumlar, yönetmenlerle atölye ve sohbet toplantıları, bu konularda daha işin başında olduğumuzu ve sabırla şevkle konuşmayı, çalışmayı, aramayı sürdürmemiz gerektiğini gösterdi. Dünya sinemasından titizlikle seçilen eserlerin yanında, kendi yönetmenlerimizin de kıymetli filmlerini izleyebilmek Türkiye’nin sinemadaki geleceği için umut verdi. Atalay Taşdiken’den Mommo, Cafer Özgül’den Sükût Evi, Bekir Bülbül’den Benim Küçük Sözlerim, 7 Vilayet Kısa Film Festivalinden filmler, Murat Pay’dan Miraciyye, Nuray Kayacan’dan Ardında Kalanlar. Sûfisin bu yıldan başlayarak bir kişiye senaryo destek ödülü de veriyor.
Enver Gülşen açılış konuşmasında sûfi sinema mümkün müdür sorusuna cevap ararken, tasavvuf edebiyatının büyüklerinden Eflaki’nin Mevlana’yı anlatırken söz ettiği bir olayı nakletti. Kimya hatun Mevlana’nın resmini yaptırmak üzere ünlü bir İtalyan ressamla anlaşır. Mevlana onu kırmak istemez ve ressamın karşısına geçer fakat sureti yakalamanın imkansızlığına dikkat çeken manidar bir cümleyle: “yap yapabilirsen.” Bu siyere yaslanan, manevi dünyaya eğilen sinema iddiasının ateşten gömlek olduğunun işaretidir. Fakat bu söz imkansızlığa çaresizliğe vurgu kadar, sonsuz seçeneklere, sürekli başka denemelere, ihtimallere, şevkle yeniden ele almalara da işaret etmekte bana göre. Her seferinde olgunlaşarak daha güzel yenilmelerin kemaline. Daha birçok Hz. Muhammed filmi çekilmesinin gerekliliği gibi.
Festivalin onur konuğu olan Mecid Mecidi’nin Söğüt Ağacı açılış filmi olarak çok manidardı. Gözleri görmeyen bir üniversite profesörünün Paris’te geçirdiği bir ameliyatla görmeye başlaması, yaşamındaki bütün insicamı kaybetmesine yol açar. Tam da görme gösterme ve sezdirme sanatı olan sinemanın konuşulduğu bir yerde, sinemayı neredeyse radikal biçimde tartışmaya açabilecek bir yanı var filmin. Cennetin Çocukları filmini salonu dolduran Konyalı sanatseverlerle birlikte kimbilir kaçıncı kez izlerken tek bir sahne bile iyi ki bu film çekilmiş dedirtti tekrar. Camideki bir etkinlik için bir çuval ham şekeri kırarak tanelemeye çalışan yoksul babanın, küçük kızı ona çay getirdiğinde şeker istemesi, kızın önünde şekerden bir tepe var sözü üzerine, o bizim değil caminin sen bizim kutumuzu getir demesi. Mecidi böyle ayrıntıları büyük zarafetle filmlerine yerleştirmeyi çok iyi biliyor. Hz. Ömer’in devletin işini yaparken kullandığı mumu kendi işi söz konusu olunca söndürüp kendi mumunu yakması misali.
Mecidi oturumunu yöneten Sadık Yalsızuçanlar peygamber filmi çekmenin motivasyonunu sordu. Danimarka’da karikatür olayları vuku bulunca çok üzülmüş ve öfkelenmek dışında ne yapabilirim diye düşünmeye başlamış. Sinema yönetmeni olduğu için yapabileceği en iyi şeyin, peygamberimizle ilgili çocukluğundan beri zihninde hayalinde biriken güzellikleri filme aktarmak olduğuna karar vermiş ve kolları sıvamış, yedi yıl çalışmış. Filminin dünyada gösteriminin Peygamber aleyhtarı dolar lobileri tarafından kasıtlı biçimde engellendiğini söyledi. Çünkü peygamberimiz rahmet merhamet incelik ve adaletle değil, sadece savaş kılıç kan ve gözyaşıyla anılsın bilinsin istiyor birileri.
Konya’da bir sürpriz bizi bekliyordu. İstanbul’da bir türlü yakalayıp dinleyemediğimiz Filistinli sanatçılardan oluşan Le Trio Joubran gurubunu ikibin kişilik dolu salonda Konyalı sanatseverlerle dinlemek nasip oldu. İngilizce başladıkları ara konuşmalara kendilerini evde hissederek Arapça devam etmeleri güzeldi. Bizi Filistinli ya da sadece müzisyen olduğumuz için değil, Filistinli müzisyenler olarak seviyorsunuz demekte haklılardı. Onlar mağdur ya da kahraman olmak değil, her insan gibi işgalden uzak, özgür normal bir hayat istiyorlar. Sinemanın nazara vermesi gereken öyle çok hikayemiz var ki. Bu festival için başta İl Kültür Müdürü Abdüssettar Yarar olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür etmek isterim, etkinliğin gelenekselleşmesini de dileyerek.