Şehir sakinleri ne istiyor?
Şehir üzerine düşünmeye ihtiyacımız var. Şehirde yaşamanın etik ve estetiğinin yerleşmesi geniş bir olgunlaşma sürecinin sonucu. Kuralların konması yeterli olmuyor ne yazık ki, takip denetim ve yaptırım gerekli. Şehirlerdeki yönetici kurumlar güzellikleri de aksaklıkları da iliklerine kadar hisseden sakinleri dinlemek zorunda. Alınan kararlara yeterince katılamadığı, inisiyatif alamadığı şehirde insanın aidiyet duygusu da zayıflar. Bu da insanı katılaştırır, zamanla şehre zarar vermeyi kolaylaştırıp sorumluluk duygusunu ortadan kaldırır. Kartepe Şehir Zirvesinin “Şehirli Ne Diyor?” oturumunda konuşan görme engelli edebiyat öğretmeni Dilek Karaca şehirdeki insanın hissiyatını açığa vuranlardan biriydi. Mutluluk elbette göreceli fakat eşitlik ve hizmetlere erişebilirlik son derece somut bir veri ona göre. Aynı kaldırımda insanlarla birlikte yürürken, görme engeli yüzünden değil, bir direğe çarptığında eşitliğin nasıl yıkıldığını anlattı. Engelli olması yüzünden bir kursa alınmayınca, arkadaşıyla restorana gittiğinde siparişi kendisine değil de yanındakine sorulunca, bir sınavda ayrımcılığa uğrayınca, müzeye girdiğinde kendisi için düzenlenmiş bir katalog bulamayınca, otobüse bindiğinde günaydın dediği şoförden cevap alamayınca mutsuz oluyor. Araçlı engelliler için yapılmış bütün rampaların önüne sorumsuz kişiler arabalarını parketmişse, asansör olmadığı için engelli bir çocuk sınıfına annesinin sırtında gidebiliyorsa işte o zaman canları yanıyor.
Kocaeli’de Kazım Karabekir mahallesinde on yıl muhtarlık yapmış olan İsmail Ağbaş da denetim eksikliğinden, hakların pervasızca ihlal edilebilmesinden ve kimsenin dur! dememesi yüzünden şehirde esen toplumsal terörden bahsetti. Bütün kaldırımları işgal eden esnafı anlattı. Yaya yollarına park eden arabalar yüzünden yürümek için yola inip nice tehlike ve kazalara maruz kalanlar, kirletilmiş piknik alanları, çöp deryasına dönen sahiller, pazar yerlerindeki gürültü ve iki metre öteye çöp konteynırları konmuşken yola atılan pazar artıkları…Kendimizi kınamanın sonu gelmez ve bir yere de varamayız. İlkelerin geçerli olması isteniyorsa, tek bir gerçek var, dünyanın bütün gözde şehirlerinde bu sorun idari denetim ve yaptırımla hale yola konulmuştur. Bilinç yükselmesi ise bir çocuğun yürümeye başladıktan itibaren aile ve eğitim kurumlarının işbirliğiyle gerçekleşebilir, insan şehrini incelikle adaletle sevgiyle kuşanabilir.
Kocaeli’de ekolojik tarım yapan Nardane Kuşçu toprağın suyun doğanın dengesi içinde inşa ettiği yaşam biçimini sanat haline getirmiş. Bir nesil önce okullarda hepimizin içinden geçtiği uygulama bahçelerini hatırlattı. Bu bahçelerde hepimizin gruplar halinde de olsa ilgilendiğimiz, ekilip büyümesi üzerimize zimmetlenmiş, sulanmasından sorumlu olduğumuz ağaçlar bitkiler vardı. Doğaya bakan bir odada yatan hastaların bile betona bakanlardan daha çabuk iyileştiği bilinirken, okullara beton bahçe yapıyorsanız mutluluğu unutun demesi manidardı. Oyuncakların plastik olması yetmiyormuş gibi eskiden zemini toprak ve kum olan çocuk bahçelerine de artık plastik malzeme döşeniyor. Çocuklarımızın toprakla bağlarının kopma hızı başdöndürücü. Matematik öğretmeni gezgin bisikletçi Barış Şen ise hayal gücü, eşitlik, çocukluk ve mutluluk olarak tanımladığı bisiklet yollarının haritasından söz etti ve daha çok hak ve alan talebini dile getirdi. Her derdin devası olarak gördüğü bisiklet, gerçekten de stresin, endişenin, alzhaymırın , kanserin, konsantrasyon bozukluğunun şifasıydı çünkü.
Dünyanın birçok şehrinde gözlemci olarak çalışmış olan BM mukim Türkiye Koordinatörü Alvero Rodrigez Türkiye’nin bu son derece hızlı şehirleşmeyle çok iyi başa çıkabildiğini söyledi. Bu süreçte birçok büyüyen şehirde akıl almaz yoksul mahalleler oluşmuştu ve bizde böyle bir sonuç yoktu. Suriyeli mültecilerin entegrasyonuyla ilgili başarıdan da övgüyle söz etti. Fakat çevrenin kaygı verici boyutta iyi yönetilemediğini söyledi. Çocuklar için yaşadıkları yerde uyumlu güvenli eşitlikçi proje eksikliğine, engellileri yeterince kapsamayan vurdumduymaz şehir anlayışına, insanı güçlendirmedeki eksikliklere ve milli çevre yasalarının olmayışına dair eleştirilerini dile getirdi.
Mutlu şehirlerde temiz hava su gıda, güvenlik, sağlıklı koşullarda barınma ve sağlık hizmetlerine, eğitime ulaşma elbette temel koşullar. Fakat fiziki varlığımızı sürdürmemiz işin asgari boyutu, çocuklar sokaklarda özgürce ve güven içinde koşup oynayabilse keşke. Kültüre, spor faaliyetlerine ve yeşil alanlara eşit ve yeterli biçimde kavuşma imkanı olsa. Yaşlıların kadınların, çocukların ve dezavantajlı yurttaşların haklarının korunduğu, huzura erebildikleri şehirler hedefimiz olmalı. İnsanı hiçe sayan, tenekeden arabaların ruhtan etten kemikten insandan üstün olduğu, sadece arabaların terörüne seyrine göre düzenlenmiş İstanbul gibi şehirler acı veriyor. Bütün kaldırımlara araba parketmişse, evden çıkınca iki metre bile güvenle yürüme hakkımız kalmamışsa, pencereyi açınca bir yaprak görmek şöyle dursun, başka binalarla başka pencerelerle kuşatılmışsak her şeyi yeni baştan ciddiyetle adaletle ele alma zamanı geldi de geçiyor.