Bırakma Beni ‘yandı toprağım çalındı özgürlüğüm’
11 Eylül’de NY’daki ikiz kulelere yapılan menşei karışık saldırı İslam dünyasının başına geleceklerin miladıydı. Yerle bir edilen Afganistan, Irak ve Suriye olmadı sadece; bütün Müslüman ülkelerin iç dengeleri alt üst oldu. Öncekilerde kayıpları olduysa da, Suriye’deki yıkım diğerlerinin aksine emperyal güçlerin cebinden bir kuruş çıkmadan gerçekleşti. Tüccar devletler silah satıp daha da zenginleştiler, bölge halkları birbirini öldürdü, faturaları yine yoksul kitleler ödedi. Küresel yoksulluk ve adaletsizlik baş döndürücü bir hal aldı. Suriyeli göçü, Türkiye’nin demografik yapısını değiştiren mülteci gerçekliği, içimizi kalplerimize sığmayan hikayelerle doldurdu. Sonra ister istemez serzenişler; sanata edebiyata sinemaya neden aksetmiyor bu hipergerçeklik? Başımızdan geçenleri, yaşanan felaketin boyutlarını, yansımalarını insanlığa zamanın diliyle neden anlatamıyoruz?
Kıymetli belgesel çalışmaları oldu elbette. Özellikle El Cezire’de savaş boyunca yayınlanan belgesellerin bir derlemesi yapılıp gösterilse ne kadar iyi olur. Fakat kurgu manasında ilk filmlerden birini Aida Begiç çekti. Bosna savaşını bizzat yaşamış ve savaşın bütün hasarlarını bilen bir yönetmenin, yine savaşı yaşamış film ekibiyle meseleye duyarlılık gösterip Urfa’ya gelmesi, film çekmesi çok kıymetli. Oyuncuların da kurguyu değil yaşadıklarını canlandırmaları gerçekten her zaman tecrübe edilemeyecek bir şey.
Boşnak yönetmen birçok kısa filmden sonra çektiği savaş temalı iki uzun metraj filmle kendine dünyada saygın bir yer edindi. Bu deneyimle Suriyeli yetimlere eğilmesi ve büyük bir emekle onları doğal gerçeklikleriyle nazara vermesi önemli. Cemal Reşit Rey’deki gala gecesindeki konuşmasında Begiç en iyi filminin Suriyeli çocuklarla çektiği Bırakma Beni filmi (2017) olduğunu söyledi. Naçizane ilk iki filminin çok daha iyi olduğunu düşünüyorum. Başyapıt sayılan Kar-Snijeg (2008) ve Çocuklar-Djeca (2012) filmlerinde müziğin dramayla uyumu, kurgunun sağlamlığı ve akışı, karakterlerin yerini bulmuş netliği bambaşkaydı. O filmlerde de şahitlik ve olayların doğal ritmi söz konusuydu fakat hikayeler arasındaki bağlantılar daha sıkı örülmüştü sanki.
Bırakma Beni filmine gelince, o kadar güzellikler ve ilkler var ki. Yönetmenin Urfa’da mülteci çocuklarla birlikte uzun zaman birlikte yaşaması, onlara adeta annelik yaparak oyunculuk atölyesi düzenlemesi takdire şayan. Çocuklar ve yönetmen yaşanan acıları ötelemeden tersine yüzleşmeye yol açan bir yolla filmi gerçekleştirmiş. Gerçekliği taşıyacak hatta yeniden canlandıracak ruh sağlamlığına birlikte erişmişler. Canlandırmayı da iyileşmenin bir parçasına dönüştürüp harika oyunlar çıkarmaları Begiç’in hassas kalbinin başarısı. Filmin görüntü ve sanat yönetmenliği, gece ışıklarının etkili kullanımı, mekanların seçimi çok isabetli. Fakat mesela açılış sahnesindeki Urfa yolu boyunca devam eden müziğin bir ara yere gelmeden elektrik kesilir gibi kesilmesi, bu ani müzik blokajının bir iki sahnede daha olması ince montaj problemi olabilir. Hiçbir yetişkinin bir hikayesinin olmayışı da senaryoda bazı bölümler atlanmış hissi veriyor.
Filmin merkezine ölmeyip İstanbul’da yaşadığını düşündüğü annesine kendini gösterebilmek ve varlığından haberdar edebilmek için sesi güzel olmadığı halde İstanbul’daki ses yarışmasına katılmayı kafasına koyan İsa’yı koymak mümkün. Yan hikayelerde ise çocukların makus talihi aşmak için giriştikleri amansız para kazanma mücadelesi var. Aralarındaki güç hiyerarşileri, birbirleriyle dayanışmanın yanında ötekini haraca kesmeler…Hayaller umutlar ve anne babanın ölüşünü kabullenme zorlukları…
Filmde gerçek mülteci çocukların oynaması belgesel tadı verse de bu kurgunun önüne geçmiş değil. Yönetmen Gerçek Hayat dergisinden Türkolog Amina Şilyak’a verdiği mülakatta “Hiçbir filmimde gerçek hayatta akıp giden şeye şahitlik etmenin yerine, benim herhangi bir görüşümün öne çıkmasının daha önemli olabileceğini düşünmedim” diyor. Siyasetle sanatını da uzlaşmaz ve çok farklı alanlar olarak değerlendirmiş ki bu üzerine en çok konuşulan ve tartışılan meselelerden biridir. Bu filmde gerçekten de hayatla aynı anda var olan sineması ve şahitlik konumu son derece açık ve net. Çünkü kameranın önünde filmin hikayesini tecrübe etmiş çocuklar var. Filmin kadrosunda bulunan mülteci küçük oyuncuların başarılarını anmadan geçmek olmaz; Isa Demlakhi, Ahmad Husrom, Motaz Faez Basha, Ossama Mahmud Himeli gibi oyuncular içlerindeki nice sıkıntılara rağmen bütün masumiyetleriyle başarılı bir iş çıkarabilmişler. Begiç’in bu filmle muradı özellikle yetim çocuklara yönelik toplumsal farkındalığı artırmak ve harekete geçmemizi, bir işin ucundan tutmamızı sağlamak. Beşir Derneği’nin desteğini de anmak gerekir. Bu destek görsel sanatlarla özellikle de sinemayla aşinalığımızı kitlesel manada genişletmek adına umut verici.