Afette nerede toplanacak şehir halkı
Ahmet Rasim’in devasa kitabı ‘Şehir Mektupları’, sanki gelecekte ‘nerede o eski İstanbul’ diye soracak olan bizler için yazılmış. Şimdiki konumdan bakacak olursak şehir içindeki güneşle parıldayan bomboş ağaçlıklı tepelerden, kırlardan, ıssız alanlardan, hiç insan görmeden dakikalarca yürünen caddelerden söz etmesi karşısında şaşmamak elde değil. Fakat konumuz nostalji değil elbette. Her zamanın ayrı ruhu, güzelliği, tercihleri ve hayalleri var.
Peki nasıl oldu da bir milyon insanın ancak yaşadığı sakin şehirde, nüfus yirmi milyona dayandı da yatırımlara, hizmetlere doymayan bir cazibe merkezi oluştu. Sayısız kitaplar yazılıyor, araştırmaların haddi hesabı yok fakat şehrin verdiği ölümcül sinyaller pek dikkate alınmıyor ne yazık ki. Mesela şiddetli bir sağanakta suyla toprağın kavuşmasını engelleyen akıl almaz betonlaşma yüzünden felaketlerin eşiğinden dönüldü. 17 Ağustos 1999 depreminde bütün Marmara yara aldı ama İstanbul’un metropol nüfusuyla acıları nasıl da katlayacağını gördük hep birlikte. Deprem değil bina öldürür, gerçeğinde mutabık kalınmasına rağmen şehre beton tabutlar yığmayı sürdürüyoruz.
***
Sabiha Gökçen Havaalanından gelirken, özellikle sol tarafta Ataşehir’den başlayıp Göztepe’yi de içine alarak ilerleyen, kelime bulmakta zorluk çektiğimiz yapılaşma karşısında nutkumuzun tutulmaması mümkün değil. Tahsin Yücel’in 2073’de olabilecekleri hayal ederek kurguladığı ‘Gökdelen’ romanı sanki yıldırım hızıyla 2017 itibariyle gerçekleşmiş. Kibir, ele geçirme, rant, yokolan kuşların romanı. Henüz mekik adını verdiği tek kişilik uçaklarda gezen, artık topraktan bütünüyle kopmuş zenginler yaygın değil. Cumhurbaşkanı arada çıkıp isyan ediyor, dikey değil yatay bir yapılaşma önerip bu betonlaşmanın hayra alamet olmadığını vurguluyor ama nasıl oluyor da kimsenin umurunda değil, takan yok gençlerin söyleyişiyle. Bu izinleri veren kurumlar kişiler dışarıdan gelmiyor sır değil elbette.
Depremden, afet merkezlerinden söz eden bir yazıyı bu tarihte yazmam yadırganacaktır, çünkü 18 Ağustos günü gündemimizden çıkmaması gereken bir mesele toplanma alanları. Hiçbir konunun üzerinde kalıcı bir dikkat sağlayamadan geçip gidiyoruz başka vadilere. Madenlerin denetimindeki boşluklar, işini hakkıyla yapmayan iş güvenliği birimleri yüzünden yüzlerce işçimizi Soma’da kaybettik ve şu an denetimlerle koşulların iyileşmesiyle ilgili nasıl bir uygulama var takip edemiyoruz açıkçası. Çünkü işçilerin haklarını ihlal eden öyle çok iş sahası var ki. Ege’de sarsıntılar oldu ve deprem gerçeğiyle yüzleşmemiz güncellenir gibi oldu ama sağlam ve kararlılıkla işleyen planlardan söz edemiyoruz hâlâ.
1999 depreminin ardından İstanbul’da ‘Afet Acil Eylemi Planı’ çerçevesinde belirlenen 493 boş alandan geriye 77 adet toplanma alanı kaldığı iddiaları üzerinde önemle durulması gerekmez mi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Deprem ve Doğal Afet Komisyonu’nun olası İstanbul depremine yönelik hazırladığı raporda, İl Afet ve Acil Durum (AFAD) Müdürlüğü tarafından belirlenmiş 77 adet toplanma alanının bulunduğu ifade ediliyor. Bu sayısal düşüşün nedeni özel alanların imara açılması, kamu arazilerinin satılması, daha önce afet toplanma yeri olarak bilinen yerlerde şimdi AVM’lerin gökdelenlerin lüks konutların yükselmesi. Kimilerine göre İstanbul’un hali deprem açısından baktığımızda 1999’ dan daha kötü. Kentsel dönüşüm daha sağlıklı ve yönetmeliğe uygun konutlara geçme çabasıyken, artık şehrin bütün boşluklarını dolduran bir rant alanına dönüştü. Müteahhitlerin ve ev sahiplerinin akıl almaz hırsıyla üç beş kat evlerin yerinde onbeş yirmi kat binalar yükseliyor. Maalesef bu meselelerde eleştiri getiren insanlar da çıkarlar söz konusu olunca bunun dışında kalamıyor. Bostancı ve Suadiye başta, daha nice az da olsa bahçesi olan semt tanınmaz hale geldi.
***
Peki bir afet anında insanların toplanacağı, çadırların kurulacağı yerler bile birer birer kaybediliyorsa şehri nasıl bir felaket bekliyor acaba. Antik çağda ölülerin gömüldüğü geniş alanlardan oluşan Nekropolis’e dönüşmesin İstanbul. Toplanma alanlarının evimize yakın olması gerekirken hangimiz kolayca ulaşabileceğimiz, yapıların yüksekliğinin en az iki katı uzaklıkta bir boşluğun varlığından söz edebiliyoruz. Yenikapı gibi dolgu alanlarını hiç saymamak lazım, olası bir depremde denize göçeceklerini hissedebiliyor insan. Yapıların depreme dayanıklı olması kadar önemli bir konu afet alanları.
İstanbul örneklik açısından da merkez. İyilik de kötülük de buradan yayılıyor diğer şehirlerimize. Eski günlere özenmeyi pek sevmem açıkçası. Dikkatimizi kendi ellerimizle kuracağımız şehre, kardeşliğe, dayanışmaya, doğrulara birlikte doğru, eğrilere birlikte eğri diyeceğimiz kentliliğe vermek en güzeli.