Peki, masadan neden adabı muaşerete aykırı olarak kalktı?
Evet, en baştan beri İYİ Parti Altılı Masa’da oturmaktan pek mutlu değildi.
Anketlerle özgüvenleri artmış ve uzun süredir ittifaka ihtiyaçları olmadığı zannına kapılmışlardı.
Masada CHP’nin yemeğinden tırtıklarken ittifakın onlara oy kaybettirdiğini düşünüyorlardı.
Bu yüzden Akşener ve İYİ Partililer konuşmalarında ittifaka ve Altılı Masa’ya neredeyse hiç atıf yapmadılar.
Diğer “küçük” partilerle eşitlenmek istemediklerini, masada CHP ile baş başa oturma arzularını parti yandaşı “PHD’liler” üzerinden belli ettiler.
Altılı Masa’dan çıkan metinleri kerhen imzaladılar. İdeolojik olarak o metinlerin, renksiz bir demokrasi vurgusunun onları kesmediği açıktı.
HDP’ye muhtaç olmadan seçimi kazanabileceklerini düşündüler, “HDP’ye selam veren kuşun yuvasını bozacağız” şiirleri okudular.
İki belediye başkanının adaylığını savunmanın oylarını yükselttiğini düşündüler, ittifak ortakları CHP’yi bir oy havuzu gibi görmeye başladılar. CHP’li iki belediye başkanının adaylığına yaptıkları yatırımla CHP içinde bir hizip haline geldiler
Son aylarda Altılı Masa’nın toplantılarına temsilci göndermemeye, Meclis seçimleri ittifak görüşmelerinde minimum ittifak diyerek isteksiz davranmaya başlamışlardı.
Akşener’in 45 bin kişinin hayatını kaybettiği depremden sonra çıktığı ilk canlı yayında deprem olmamış gibi hala büyük bir heyecanla ve artık kimsenin umurunda olmayan ayrıntılarla Saraçhane polemiğini sürdürmesi gelmekte olanın işaretiydi.
Ama yine de masadan böyle adabı muaşeret kurallarına aykırı bir biçimde kalkmalarını kimse herhalde beklemiyordu.
Akşener, neredeyse beyaz örtüyü çekip, tabakları sağa sola fırlatarak masadan kalktı.
Sonra da öfkeli bir kalemin edebi şehvetiyle yazdığı ama ağızdan çıktıktan sonra dönüşü zor sözler söyledi:
“Türk milleti ölüm ve sıtma arasında tercih yapmaya zorlanıyor” diyerek Kılıçdaroğlu’nun adaylığını ‘sıtma’ya benzetti
“Kişisel ikbal hesapları için üretilmiş, devşirme bir siyasetin, hınk deyicisi olmayacağını” söyleyerek ittifak ortaklarını hedef almaktan kaçınmadı.
“Ceketimi assam, aday ederim’ diyenlerin karşısında da dimdik duruyoruz” diye doğrudan CHP’ye laflar saydı.
“Bu vesileyle anlamış olduk ki şahsi hırslar, Türkiye’ye tercih edilmiştir. Anlamış olduk ki, kişisel ajandalar uğruna mübah sayılan kuyruklu yalanlar, milletin kazandığı bir büyük hakikate tercih edilmiştir. Anlamış olduk ki, yenilgi yenilgi büyüyen küçük hesaplar, 85 milyonun kazandığı kutlu bir zafere tercih edilmiştir” gibi ülkücü edebi hamaseti andıran bir dille dün masada oturduğu ortaklarını hedef aldı.
“Ancak ne bir kumar masasında ne de bir noter masasında olmayacağız. 85 milyonun geleceğini kişilerin tahakkümüne teslim edip, tehlikeye atmayacağız” gibi tehlikeli benzetmeler yaptı.
Ama konuşmasının adabı muaşeret kitaplarını yırtıp attığı esas katarsis anı, edebi hamaseti bol ama samimiyeti az bu prompter harikası sert cümleler değildi.
Akşener, siyasi tarihimizde örneği olmayan bir çağrıya imza attı.
Yıllardır ittifak yaptığı, hülle milletvekili isteyecek kadar yakın olduğu CHP’nin iki belediye başkanını, başlattığı isyana davet edip göreve çağırdı.
Ama sanki cumhurbaşkanlığı adaylığına değil, sefere çağırıyormuş gibiydi.
Kullandığı İstiklal Harbi analojisinin, vatan kurtarıcılığı hamasetinin dozu Devlet Bahçeli konuşmalarına ulaştı, üslubu bir zamanların hükümete mesaj vermek isteyen heyecanlı kuvvet komutanlarına benzedi.
Öyle bir İstiklal Harbi koşulları resmi çizdi ki bir dün yemek yediği ittifak ortakları bu resimde “gaflet ve delalet içinde olanlar” gibi kaldı:
“İşte bu yüzden, buradan sizlerin aracılığıyla, Sayın Mansur Yavaş’a ve Sayın Ekrem İmamoğlu’na bir çağrıda bulunmak istiyorum:
Tıpkı 100 yıl önce olduğu gibi bugün de vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlike altındayken kurumlarımız yıpratılıp, içleri boşaltılırken, devletimizin itibarı, ciddiyeti ve hafızası her gün yok edilirken, 100 yıl önce olduğu gibi bugün de Saray hükûmeti, üzerine düşen sorumluluğu yerine getiremeyip milletimizi yokluğa mahkûm ederken, 100 yıl önce olduğu gibi bugün de milletimiz istiklalini yine kendi azim ve kararına bağlamıştır.
Size de ateşten bir gömlek giymeyi vazife kılmıştır.
Bu vazife, sadece bir dayatmayı değil, topyekûn bir dayatmacılığı yıkma vazifesidir. Bu vazife, sadece bir kişiyi değil, kendini milletten büyük gören çirkin bir zihniyeti yenme vazifesidir.
Nasıl ki bundan 100 yıl önce aynı vazife, şanlı bir iradeyi tüm engelleri aşıp Samsun’a çıkarttıysa, 100 yıl sonra bugün de bu vazife, prangalardan sıyrılıp milletin sinesine varmayı emretmektedir. Hiç şüphemiz yok ki bu vazife, reddedilemez bir vazifedir. Görmezden gelinemez bir vazifedir. Çünkü bu çağrının sahibi millettir! Çünkü bu sözün sahibi millettir! Çünkü bu karar milletindir! Ez cümle: Ya tarih yazacağız ya da tarih olacağız! İnanıyorum ki hep birlikte tarih yazacağız!”
Herhalde yazanların ve okuyanların tüylerini diken diken eden bu zamane “Gençliğe Hitabe”, dinleyenlerin de tüylerini diken diken etti.
Ama tersinden.
Akşener, iki CHP’li belediye başkanını, üstelik Kılıçdaroğlu’nun aday olmaları için büyük uğraş verdiği iki CHP’li siyasetçiyi açıkça partilerine isyan edip, kendi isyanına katılmaya çağırdı.
Bunu da “vatan tehlikede” klişesiyle, “Kurtuluş savaşı” anolojileriyle yaptı.
Bu sadece siyasi etik açısından sorunlu durmadı aynı zamanda çok “komitacı” da durdu.
Yeni tabirle “operasyon çekiyor” gibiydi.
Belki kendisi muhalefetin ali menfaatleri için bu çıkışı yaptığını düşünüyordu ama muhalefete operasyon çekiliyor hissi verdi.
Muhalefetin değil, iktidarın işine yarayacak bu operasyonu da herhalde iktidar yaptırıyordur diye düşündürdü.
Zaten Erdoğan’ın Cumhur İttifakı’na davetiyle işkillenenlerin İYİ Parti’yle ilgili şüpheleri arttı.
Günün sonunda Akşener ve bu Masa’dan kalkış kararını veren kadrolar, Masa’dan İmamoğlu ve Yavaş’a çağrıyla kalkınca arkalarına anketlerde görünen kitlelerin rüzgarını alabileceklerini düşündüler ama kağıt üstündeki hesap çarşıya uymadı.
Akşener ve siyasi danışman ekibi, Erdoğan’ın gitmesi dışında bir önceliği olmayan muhalif kitlelerin İmamoğlu ve Yavaşçılığına fazla anlam yükledi ama bu İmamoğlu ve Yavaşçılık için Erdoğan’a karşı kurulan ittifakın dinamitlenmesinden kimse hoşlanmadı
Üstelik Akşener’in Samsun’a çıkmaya davet ettiği iki belediye başkanı da Bandırma Vapuru’na binmeyeceklerini açıkladılar.
Zaten herhalde gelen tepkilere bakıp bu geminin Samsun’a ulaşamayacağına ikna olmuş olmalılar.
Böylece Akşener kendi kendini bir siyasi parti liderinin asla düşmemesi gereken bir boşluğa düşürdü. İsyan çağrısı da o boşlukta havada asılı kaldı.
Bir miktar Timur’un çadırı önünde arkasına dönüp bakınca kimseyi göremeyen Nasrettin Hoca’ya, bir miktar da söz verenler son anda caydığı için Harp Okulu öğrencileriyle sokağa çıkmış Talat Aydemir’e benzedi.
Peki yükselen bir siyasi parti ve popüler bir siyasi lider kendisine neden bunu yapar?
İYİ Parti kulislerinden anlaşıldığı kadarıyla bu karar doğrudan Akşener’in kararı.
İttifak ortaklarıyla son bağları da yakan o hamasi konuşmayı da kendisi tercih etti.
Akşener’in Saadet Partisi’ndeki son Altılı Masa zirvesinde yaşananları parti toplantısında anlatma üslubunun ve masada gördüğü muameleye kızgınlığının bu kopuş kararında etkili olduğu söyleniyor.
O yüzden bu kararı anlamak için Akşener’i anlamak gerekiyor.
Herhalde onu da en iyi Kılıçdaroğlu ve Karamollaoğlu anlıyordur.
Bir çeşit dejevu hissi yaşıyor olmalılar. 2018’de olanların aynısını yaşadılar.
Akşener, Gül’ün ortak adaylığı mutabakatından son anda çekilmiş, Muharrem İnce’nin adaylığına da destek vermeyip, kendisi aday olmuş ve Selahattin Demirtaş’tan daha az oy olarak yarıştan dördüncü çıkmıştı.
CHP’nin CHP’li bir aday göstermesi halinde muhafazakar milliyetçi oyların kendisinde toplanacağı düşünmüş, bazı anketlerde çıkan yüzde 20 oya fazla güvenmişti.
Abdullah Gül de dejavu duygusu yaşamış olabilir.
Ama sadece 2018’deki bu tecrübe yüzünden değil.
Çünkü onun Akşener ile bir de az bilinen bir 2001 tecrübesi vardı.
AK Parti henüz kurulmamış. Henüz adı Yenilikçi Hareket’tir.
Yenilikçilerin önde gelenleri parti programı yazmak için Uludağ’da bir otele kapanırlar. 15 gün boyunca parti programını yazarlar.
Peki kimlerdi AK Parti programını yazan bu isimler?
Fazilet Partisi’nden ayrılan bağımsız milletvekilleri Abdullah Gül, Abdülatif Şener, Prof. Dr. Beşir Atalay, Murat Mercan, yazar Ömer Çelik, şu anda İYİ Parti’nin meclis grup başkanı olan Prof. Dr. İsmail Tatlıoğlu ve DYP’den istifa etmiş iki isim: Hüseyin Çelik ve Meral Akşener.
AK Parti’nin parti programını yazan isimlerden biriydi Akşener.
Programın yazılmasından sonra sırada programın Afyon’daki kampta parti kurucusu olacak isimlere anlatılması vardı.
Akşener ve Hüseyin Çelik, Ankara’dan birlikte Afyon’a geçmek için sözleşirler.
Ama o sabah Hüseyin Çelik’e bir mesaj gelir: “Ben gelmiyorum.”
Çelik, Akşener’in evine gider ama onu gelmeye ikna edemez. Sebebini de öğrenemez. Sonra Gül ve Erdoğan arar, sonuç değişmez.
Akşener, yazılı bir açıklama yapar: “Geçen süre içinde söz konusu hareketin hayal ettiğim Türkiye vizyonuyla örtüşmediğini ve bu hedefi gerçekleştirme imkânı bulamayacağımı gördüm.”
15 gün programını yazdığı partiye katılmaktan son anda gerekçesiz olarak vazgeçmiştir.
Bunun sebebi de hala meçhul.
Mehmet Ağar gibi bazı isimleri kurucu olarak önerdiği ve sonuç alamadığını söyleyenler de var, AK Parti’nin kuruluşuna devletin sıcak bakmadığı, Erdoğan hakkında kasetler çıkacağı, siyasi yasak kararı verileceği, partinin kapatılacağını söyleyenlerden etkilendiğini iddia edenler de.
1993’de akademisyenken kendisini siyasete sokan Çiller’i eleştiren medya grubunu “Hala engel olmaya çalışıyoruz, ama bugünden sonra, Tansu Çiller fanatiği gençlerimizi tutmakta zorluk yaşayacağımız kanaatindeyiz” diyerek uyaracak kadar koyu bir Çillerci’den Çiller’e karşı kongre için imza toplayan bir muhalife dönmesi arasında dört yıl var.
28 Şubat’ta güçlü komutanları en çok kızdıran işleri yaptığında 40’larının başındaydı.
2017’de “Abi” diye hitap ettiği Bahçeli gibi muhaliflerine karşı neler yapabileceği belirsiz bir Başbuğ’a karşı çıkmıştı.
Cesur olduğu açık ama aynı zamanda fevri ve çabuk etkilenebilen bir siyasetçi de Akşener.
İttifak kurmak, taviz vermek, birlikte çalışmak geleneği zayıf, masadakileri paylaşmak yerine masanın üzerindeki her şeyi isteyen, kendisini Turan’ı kuracak seçilmişler olarak gören, erken iktidar hastalığına, vatan kurtarma misyonuna kolayca kapılabilen, bunun için gözünü karartabilen bir gelenekten geliyor.
Bunun üzerine merkez sağ pragmatizmi de eklendi.
Komitacılık ile siyasi pragmatizm birbirine karıştı. Üniversitede yıllarca anlattığı İnkılap Tarihi havasına, vatan kurtarma misyonuna kapıldığı, yine anketlere fazla güvendiği, siyaset acemisi siyaset mühendislerinin hesap kitabından etkilendiği anlaşılıyor.
Sonuç, herkesi masanın başına toplaması beklenen, masada Karamollaoğlu dışındaki herkesten daha eski siyasetçi “Meral Abla” masayı dağıtan kişi oldu ve tüm Türkiye tecrübeli bir siyasetçinin canlı yayında siyaseten intiharını izledi.