Kanal İstanbul’un çevre sözleşmeleriyle imtihanı
Son dönemlerde atılan adımlara baktıkça, yetkililerin Kanal İstanbul konusunda kafalarının karışık olduğunu düşünüyorum.
Sanki, Kanal’ı yapmaya pek de iştahlı değiller gibi görünüyorlar.
Ya da Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin içeriğine tam olarak vakıf değiller.
Vakıflarsa orta yerde kocaman bir oksimoron var.
Değerli okur Kanal İstanbul ve yeşil kalkınma birbirine zıt vakalardır. Bir arada sürdürülmeleri imkânsızdır. Birinden vazgeçmek zorundasınız.
Nasıl mı?
Gelin bir bakalım.
KANAL İSTANBUL
Proje döngü yönetimine göre altyapı yatırımlarında öncelikle ihtiyaç analizi yapılır. Sonrasında da fizibilite, finansman, satın alma yöntemleri, ihale usulleri ve sözleşme tasarımı analiz edilir.
Türkiye büyük projelerde bu döngüyü izlemiyor.
Bunu ben söylemiyorum resmi metinler söylüyor.
KÖİ projelerinde “ihtiyaçtan projeye değil, projeden ihtiyaca gidiliyormuş.” Üstüne “ihale öncesi hazırlıklar da iyi yapılmıyormuş.”
Dönemin Başbakanı 27 Nisan 2011’de “çılgın proje” olarak nitelendirdiği Kanal İstanbul projesini açıkladı. (Bu arada projenin çılgını değil rasyoneli makbuldür).
Aradan 6 yıl geçti ve 2017 Yılı Yatırım Programında Kanal İstanbul Etüt-Proje ve Danışmanlık Hizmetleri için ödenek ayrıldı.
ÇED Raporu 2019 yılında açıklandı.
Çiğdem Toker olmasa fizibilite raporunun yapılıp yapılmayacağını bilmeyecektik. Bu rapor da ÇED raporu ile benzer dönemlerde tamamlanmış.
Kanal İstanbul’un yapılabilir ve çevre dostu olduğu kanaatine varılmış. (Projeden ihtiyaca varılmış. Açıklamalara bakılırsa Kanal müsilaj dahil her derde deva olacak gibi).
KANAL İSTANBULUN ÇEVREYE ZARARI
Bünyesinde birçok meslek grubundan bilim insanı bulunduran Bilim Akademisi Kanal İstanbul ile ilgili bir rapor yayımladı.
https://bilimakademisi.org/kanal-istanbul-projesi-hakkinda-bilim-akademisi-raporu/ “İBB Belediye Meclisi 2009’da oy birliğiyle kabul ettiği 1/100.000 ölçekli Çevre Düzenleme Plan ve Raporunda Kanal için önerilen güzergâh etrafındaki bölgeleri, şehrin gelişme stratejisi dışında bırakarak, su havzaları, tarım ve orman bölgeleri olarak korunmasını öngörüyormuş.”
“Kanal Boğazdaki gibi Marmara’dan kuzeye giden bir alt akıntı taşıyamayacak, Karadeniz’in kirli suyunu Marmara’ya akıtarak Marmara’da oksijen döngüsünü bozacaktır.”
Böylece Marmara’da oksijen azalacak, kirlilik ve koku artacak ve deniz canlıları için yaşam alanı kalmayacaktır.
Kanal’ın Marmara kısmında yapılacak işler heyelan ve deprem riskini artıracaktır.
Ayrıca Yarımburgaz mağarası gibi tarihi bir miras yer altında kalacaktır.
Hafriyat toprağından Karadeniz’e dolgu yapılması ekolojik tahribata yol açacaktır.
ÇED Raporundan öğreniyoruz ki Kanal İstanbul nedeniyle, önemli ölçüde tarım arazisi, çayır, fundalık, mera, orman, göl ve yerleşim alanı kaybedilecek.
Önemli ölçüde içme ve kullanma suyu devre dışı kalacak ya da tuzlanacak.
Prof. Dr. Doğanay Tolunay’a göre 1,2 milyar metreküp hafriyatın çıkarılması esnasında ortaya çıkacak toz ve bu hafriyatın taşınması sırasında kamyonlardan çıkacak emisyon havayı kirletecektir.
Değerli okur hatırlarsınız yakınlarda Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı büyükelçilere bir mektup yazdı. Mektupta dedi ki “ülkenizdeki yatırımcılar, Kanal İstanbul gibi her yönüyle dünya iklimine karşı bir hareket olan bu projeyi desteklememelidir.”
Cumhurbaşkanı başta olmak üzere yetkililer Genel Başkanı Türkiye’yi batıya şikâyet ediyor diye sert biçimde eleştirdi.
Kanal İstanbul’un çevreye vereceği zarar ‘açık sırdır’. Çevreye zarar veren altyapı projelerinin yapılması da bu projelere finansman sağlanması da uluslararası hukukun en istemediği şeylerdendir.
Nasıl mı?
ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER
Altyapı varlıkları ve şebekeleri birçok açıdan çevreye zarar verebilmektedir. Örneğin, sele, heyelana, yangınlara, depremlere ve sıcak hava dalgalarına neden olabilmektedir. Ayrıca, tarım alanlarının ve su havzalarının kaybedilmesi tehlikesi de bulunmaktadır. Yanı sıra insanlık mirası eserlerin yok olması da söz konusudur.
Bu nedenle birilerinin şikâyet etmesine gerek yok. Altyapı yatırımları uluslararası kuruluşların yakın takibi altındadır.
2015 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi-2030 çerçevesinde 17 öncelik belirlendi. Bu önceliklerin içerisinde altyapıyla ilgili olarak temiz enerji, kapsayıcı büyüme, sürdürülebilir şehirler, iklim değişikliği, denizler ve göller ile tarım ve orman alanları bulunmaktadır. Türkiye dâhil Birleşmiş Milletlerin bütün devlet başkanları ve temsilcileri 2030 yılına kadar bu alanlarda çözüm üreteceklerini ve bu ilkeleri tamamen uygulayacaklarını taahhüt etti.
Gündem-2030 Türkiye’nin de üyesi olduğu bir seri uluslararası sözleşmenin öncüsü oldu.
BM Genel Konseyinin desteklediği Sendai Afet Risk Azaltma Çerçevesi (2015-2030) 2015 yılında yürürlüğe girdi. Bu sözleşmeye göre üye devletler afet risklerini, can kayıplarını, ekonomik, fiziki, sosyal, kültürel ve çevresel varlıklardaki kayıpları ciddi derecede azaltmayı taahhüt etti. (Değerli okur, sizce Kanal İstanbul’un bu konularla bir ilişkisi var mıdır?)
Türkiye yakınlarda Paris İklim Değişikliği Sözleşmesini onayladı. Türkiye BM’de gelişmiş ülke statüsünde kabul edildiği için Sözleşmeye uyum için yapılması gerekenler konusunda maddi yardım alamıyordu. Bu nedenle Sözleşmeyi 2015 yılında imzaladı ancak onaylamadı. Paris İklim Sözleşmesi’nde belirlenen hedefleri hayata geçirmesine yardımcı olmak için Türkiye’ye 3,1 milyar avro fon verilmesi taahhüt edildi. Bunun üzerine Sözleşme onaylandı. Türkiye Sözleşme kapsamında 2050 yılına kadar ‘net sıfır emisyon’ hedefi koydu.
Sözleşme çerçevesinde üye ülkeler ortalama küresel sıcaklığı 2 derecenin altında tutmayı; gıda üretimini tehdit etmeyecek şekilde sera gazı emisyonlarının azaltılmasını; finansman kaynaklarını sera gazı emisyonlarını düşürecek ve iklim dayanıklılığını artıracak projelere yönlendirmeyi taahhüt etti.
Bu burada dursun.
69 ülkeden aktif büyüklükleri toplamı 60 trilyon dolara ulaşan 235 banka Birleşmiş Milletler Çevre Programı Finans Girişimi tarafından hayata geçirilen Sorumlu Bankacılık İlkeleri’ne taraf durumundadır. Bu İlkeler bankaların kredi tahsisatında Paris İklim Sözleşmesine uygun davranmalarını gerektirmektedir.
https://www.unepfi.org/members/ (Değerli okur hatırlarsanız daha önce Kanal İstanbul’a kredinin Çin’den gelebileceğini yazmıştım. Çin kredisi de zora girmiş görünüyor. Çünkü Bu 235 bankanın 18’i Çin Bankasıymış).
Öte yandan Türkiye 1996 yılından beri Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin de tarafıdır. Sözleşme, biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilirlik ilkeleri kapsamında kullanımı ile genetik kaynakların kullanımından doğacak faydanın adil şekilde paylaşımı konularında hazırlanacak usul ve esasların belirlenmesini öngörmektedir.
Uluslararası hukuk söyleyeceğini söylemiş. Şimdi de biz konuşalım.
Ormanlar küresel ısınmaya neden olan sera gazlarının tutulmasına önemli ölçüde katkı sağlamaktadır. Tarım arazilerinin kaybedilmesi ve ormansızlaşma emisyon değerlerinin yükselmesine neden olmaktadır.
Ayrıca taşıtlar da emisyona neden olmaktadır.
Kanal İstanbul’da bunlar bulunmaktadır. Üstüne Kanal biyolojik çeşitliliğe de zarar verecektir.
Hadi diyelim, muhalefet Kanal İstanbul konusunda hükümeti eleştirmedi ve dışarıya da şikâyet etmedi.
Hadi diyelim, hükümet uluslararası sözleşmelerde verdiği taahhütleri yerine getirmedi. (Yani oksimoronu bozdu ve Kanal için çevrecilikten vazgeçti).
Peki, uluslararası kuruluşlar ve bankalar bu sözleşmeleri ve taahhütlerini görmezden gelerek Kanal İstanbul’a kredi verir mi? Tabii ki hayır.
Peki, maliyeti 60 milyar doların üzerinde olan Kanal kamu finansmanıyla gerçekleştirilebilir mi?
Değerli okur salgında vatandaşına doğrudan gelir sağlayan ülkeler içerisinde en gerilerde kalan Türkiye, mili bütçeden Kanal’a nasıl finansman sağlayacak?
Bilemedim.
İyi pazarlar.