İyi yönetişim olmayınca olmuyor
Türkiye’de son yıllarda ciddi bir yargılama sorunu yaşanıyor. Hâkim ve savcıların hangi partiden olduğunu öğreniyoruz.
“Bunlar siyasi dava” diye bir kavram ortaya çıktı.
Seçilmiş davalarda hâkim ve savcılar Cumhur İttifakı üyesi partilerin istekleri çerçevesinde karar veriyorlar.
Bazı suçlarda takipsizlik kararı veriyorlar ve dava bile açmıyorlar. Bu minvalde tarikatların Anayasaya aykırı gösterilerini görmezden geliyorlar.
Anayasanın ikinci maddesi çok açık.
“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
Mahkemeler bu maddedeki toplum huzuru, milli dayanışma, Atatürk milliyetçiliği ve laiklik kavramını hiçe sayıyorlar.
Bazı davalar jet hızıyla sonuçlanırken, diğerlerinde ayak sürtülüyor.
Yerel mahkeme jet hızıyla İBB Başkanı İmamoğlu’na “31 Mart’ta seçimi iptal edenler ahmaktır” dediği için, YSK üyelerine hakaretten 2 yıl 7 ay hapis cezası verdi.”
İstinaf Mahkemesi Demokles’in Kılıcı gibi kararını İBB Başkanının başında sallıyor. Her an İmamoğlu’nu siyasi yasaklı yapabilirler.
Sinan Ateş davasını da sürüncemede tutuyorlar.
İddiaya göre cinayetin bir ucu Cumhur İttifakının küçük ortağının üst yönetimine gidecek.
Can Atalay olayında gördük. Yerel Mahkeme, Yargıtay ve TBMM Anayasanın açık hükümlerini hiçe sayıyorlar.
Anayasa Madde 153 çok açık.
“Anayasa Mahkemesi kararları … yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”
Can Atalay olayında siyasi iktidar istiyor diye AYM Kararı kimseyi bağlamadı.
AYM’nin kapatılması dillendiriliyor.
İktidarın istediği gibi karar alan hâkim ve savcılar terfi ettiriliyor. Almayanlar sürülüyor.
Adliyelerde paralar saçılıyormuş
Değerli gazeteci Timur Soykan’dan öğreniyoruz ki İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı Anadolu Adliyesi’ndeki rüşvet ve usulsüzlük iddialarını HSK’ye yazılı olarak iletmiş. Mektubunda demiş ki “Kimi yargı mensupları devletten alacağı varmış gibi her türlü kirli işi yapmayı kendinde hak görmeye başladı. Yargı içinde oluşmaya başlayan çete ve çetecikleri yok etmek gerekiyor.”
Tarafsızlık Heykeli ve Adalet Terazisi olarak da bilinen Adalet Heykelinin gözü kapalıdır. Bu durum hâkim ve savcıların tarafsızlığını simgelemektedir.
Oysa bizimkilerin gözleri öyle bir açılmış ki. Bu nedenle adamına ve konusunda göre karar veriyorlar.
Veriyorlar da kimse görmüyor, duymuyor ve anlamıyor mu?
Tabii ki görülüyorlar.
Nasıl mı?
Gelin bir bakalım.
DÜNYA BANKASI YÖNETİŞİM GÖSTERGELERİ
Dünya Bankası her yıl çok sayıda veri kaynağında yararlanarak altı alanda yönetişim göstergesi oluşturuyor.
Sadece yolsuzluğun denetimi alanında 34 veri kaynağını kullanıyor. Bu verilerden hem ülkeleri hem de yıllık gelişmeleri karşılaştırmak mümkün.
Daha önce de yazdım. Bence Türkiye’deki devletteki yozlaşma 2010 yılında Anayasa değişikliği ile yapılan yargı reformu ve 2011 yılında kamu yönetimini dönüştürmek amacıyla çıkartılan KHK’lar ile başladı.
Şekil 1’de Türkiye’nin 2011 ve 2022 yıllarındaki yönetişim notlarını gösteriyorum.
Sarı sütun 11 yıldaki yönetişim notundaki gerilemeyi gösteriyor.
Altı göstergenin tamamında bir gerileme görüyoruz.
Bazılarında durum daha vahim.
Notları en çok gerileyen alanlar sırasıyla ifade özgürlüğü ve hesap verebilirlik (-%48), yolsuzluğun denetimi (-%40) ve hukukun üstünlüğüdür (-%36).
Yargı bu hale getirilirse dünya Türkiye’nin notunu dramatik biçimde düşürür. Sonuçta da Türkiye’ye ne sıcak para ne de doğrudan sermeye yatırımı gelir.
Sıcak para gelirse de bunu fiyatlar.
Kaldı ki sıcak parayı getireceği beklenen TCMB Başkanının özel hayatı para politikasından çok konuşuldu. Kendini bir magazin figürü gibi gösteren davranışları sonucunda görevden alındı.
Baksanıza bu görevden alınmayla İngilizce X mesajı yayınlayan Hazine ve Maliye Bakanı Başkanın kendi iradesiyle istifa ettiğini belirtti ve iki defa Cumhurbaşkanının liderliğine vurgu yaptı.
Ancak Resmî Gazete TCMB Başkanının görevden alındığını söylüyor.
Böyle bağımsız ekonomi yönetimi mi olur Allah Aşkınıza.
Türkiye’nin kötü yönetişim sorunu sadece buralardan ibaret de değil.
Nasıl mı?
Devam edelim.
GRECO
GRECO’nun Türkçesi Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubudur.
GRECO’nun amacı, dinamik karşılıklı değerlendirme süreci ve emsal baskısı mekanizmalarını işletmek suretiyle üyelerinin Avrupa Konseyi tarafından oluşturulan yolsuzlukla mücadele standartlarına uygunluğunu değerlendirmek ve bu yolda kapasitelerinin artırılmasına yardımcı olmaktır.
Adalet Bakanlığı’nın internet sayfasından öğreniyoruz ki “Avrupa Konseyi bünyesinde tesis edilen ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile birlikte Konseyin en prestijli uluslararası organizasyonu olarak kabul edilen GRECO, yolsuzlukla mücadele alanında uluslararası ünü ve prestiji haiz, esnek ve etkin bir mekanizmadır.”
GRECO son Türkiye raporunu 7 Aralık 2023 tarihinde açıkladı. Çok yeni yani.
GRECO Raporunda milletvekilleri ile hâkim ve savcılar üzerinde durmaktadır.
GRECO, başta Milletvekillerine Yönelik Etik Davranış İlkeleri Kanun tasarısının gidişatı ve milletvekili mal beyanlarının doğrulanması üzerine tavsiyelerin yerine getirilmesi hususunda yeni bilgiler sunulmamasından üzüntü duymaktaymış.
Yani yetkililerimiz sürekli yan çiziyormuş. Elin adamı bizim derdimize üzülürken, bizimkiler son derece rahatmış.
Ayrıca GRECO yasama sürecinde şeffaflığın artırılmasına ve milletvekillerinin dürüstlüğünün sağlanmasına yönelik tedbirler alınmasını tavsiye ediyor.
Vekillerin akçalı işlerinden şüphesi var yani.
GRECO, hâkim ve savcıların etik davranışlarına ve dürüstlüğüne yönelik net ve nesnel değerlendirme kriterlerinin tanımlanmasını istiyor. Bu tür etik kriterleri hâkim ve savcıların kararlarındaki şeffaflığı ve hesap verebilirliği de artıracaktır.
Örneğin Sayın Cumhurbaşkanının üçüncü kez aday olması konusunda Anayasa’ya aykırı olduğu iddia ediliyordu.
YSK yapılan itirazları tartışmadan ve gerekçesini açıklamadan adaylığı uygun buldu.
Öte yandan GRECO başta yargının işleyişine ilişkin bir dizi kilit konuda yürütmenin rol ve etkisinin büyük olduğunu tespit ederek, bu etkinin kırılması gerektiğini söylüyor.
Değerli Taha Akyol bey, Sabah yazarı Okan Müderrisoğlu’na atıfla bu gazetede yazdı. (2 Şubat, 2024). Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Anayasa Mahkemesinin denetiminden rahatsızmış. Çünkü yürütmenin bazı kararlarını AYM Anayasaya aykırı bulunuyormuş. Akyol kuvvetler ayrılığının kaldırılıp, kuvvetler birliği ilkesinin getirilmesiyle hukukun üstünlüğünün büyük zarar göreceğini söylüyor.
Ben de şunu söyleyeyim. Hukukun üstünlüğü yerine üstünlerin hukuku getirilirse yozlaşma artar.
Nasıl mı?
Devam edelim.
BÜYÜK YOLSUZLUK
AK Parti hükümetlerinim yaptıkları bazı düzenlemelerden sonra uluslararası kuruluşlar Türkiye’nin yolsuzlukla mücadele notunu 2013 yılına kadar olumlu yönde artırdı. (Şekil 1)
Değerli okur literatürde yolsuzluk ikiye ayrılır. Birincisi küçük yolsuzluk (petty corruption), ikincisi de büyük yolsuzluktur (grand corruption).
Örneğin AK Parti iktidara geldikten sonra, randevu rüşvetiyle mücadele etmek için tapuda ve hastanelerde numeratör uygulamasına geçildi.
Sağlıkta Merkezi Hekim Randevu Sistemi getirildi.
Bu tür uygulamalar toplumdaki yolsuzluk algısını düşürdü ve dolayısıyla Türkiye’nin yolsuzlukla mücadele notu arttı.
Merkezi Berlin’de bulunan Uluslararası Şeffaflık Derneği (UŞD) 2013 yılında rekor bir artışla (%28) Türkiye’nin yolsuzlukla mücadele notunu 39’dan 50’ye çıkardı. Türkiye 2011 yılında yolsuzluk algı sıralamasında 61’inci sıradayken 2013 yılında 53’üncü ülke oldu.
2014 yılında aniden ülkenin notu hızla düştü (%10) ve Türkiye sıralamada 53’üncü ülkeden, 64’üncülüğe geriledi.
UŞD son çalışmasını bu hafta yayımladı.
Türkiye’nin notu 100 üzerinden 34 ve sıralamadaki yeri 180 ülke arasında 115’incilik.
Ne oldu da Türkiye en yüksek notunu aldığı 2013 yılından hemen sonra hızla not kaybı yaşadı.
Değerli okur UŞD’nin yolsuzluk çalışmasının ismi “Yolsuzluk Algı Endeksidir.”
Yolsuzluk bizatihi ölçülemediğinden, anketlerde toplumun yolsuzluk algısı ölçülür.
Yukarıda da bahsettim. 2013 yılına kadar küçük yolsuzlukla mücadele konusundaki algı olumlu biçimde yükseliyordu.
Derken 17/25 Aralık 2013 aralığında dönemin başbakanının yakınlarını ve bakanlarını yolsuzlukla suçlayan tapeler saçılmaya başladı.
YİD modeliyle yapılan mega projelerin ihaleleri konusunda nahoş kokuları alanlar alıyordu.
Bir bakan canlı yayında arazi rantı konusunda ne yaptıysam Başbakanın talimatıyla yaptım dedi. Sonra çark etti ama dedi.
Tamam bu tapeler iktidara karşı FETÖ’nün bir yargı darbesi teşebbüsü olabilirdi.
Tabii ki bu darbe teşebbüsünün failleriyle hukuk içerisinde etkili biçimde mücadele edilmeliydi.
Ama tapelerin gerçek olup olmadığı da şeffaf ve bağımsız bir yargı sürecinde soruşturulabilirdi.
Soruşturulmadı.
2014 yılında Berlin’de bir AB projesi kapsamında sunuş yaptım. Konum kamu ihalelerinde yolsuzluk idi.
Çalışma grubunun başkanı kendi anketlerinde Türkiye’de yolsuzluğun düştüğünü ölçtüklerini söyledi. Ne oldu da biz bunu anlamadık dedi?
Dedim ki siz bugüne kadar küçük yolsuzluğu ölçüyordunuz.
17/25 Aralık 2013’de saçılan tapeler toplumun bir kısmının farkında olduğu çoğunun olmadığı büyük yolsuzluk algısını aniden artırdı.
Büyük yolsuzluk, kavramsal olarak küçük yolsuzluktan farklıdır ve üst düzey karar vericileri (örneğin müsteşarları, bakanları ve hatta başbakanları) içerir. Yolsuzluğa konu işlem yasal olabilir. Çünkü karar vericiler bireysel gelirleri, terfileri ve ikballeri gibi özel faydalar elde etmek amacıyla; kamu kaynaklarını kendi lehlerine tahsis edebilirler. Bu tahsisi yaparken de kuralları ve prosedürleri çiğnemek yerine, iktidar güçleri sayesinde değiştirebilirler.
2013 yılından beri yargıda, yürütmede ve yasamada şahit olduğumuz gelişmeler toplumda büyük yolsuzluk algısını artırmışa görünüyor.
Son dönemlerde kuvvetler birliğine geçiş çabaları bu algıyı daha da artırıyor.
Maalesef Türkiye bundan çok zarar görüyor.
Yazık oluyor bu ülkeye.
İyi pazarlar