Eser siyaseti
Eskişehir’deki Hasan Polatkan Havalimanı yurtdışı uçuşlara kapatılacakmış.
Havalimanı 2007 yılında almış olduğu işletme ruhsatı ile dünyanın ilk ruhsatlı üniversite havaalanı olarak tarihe geçmişti. Eskişehir Teknik Üniversitesi bünyesindeki havalimanında öğrencilere uçuş eğitimi verilmektedir.
Sanırım, havalimanı bu nedenle tamamen kapatılamıyor ve sadece yurtdışı uçuşlara kapatılıyor.
Kapatma nedeni ise partili memurların “stratejik yatırım” olarak nitelendirdikleri Zafer Bölgesel Havalimanı’nın bekası.
Havalimanında verilen yolcu garantisi 1 milyon 300 bin. Havalimanını 2021 yılında 22 bin 936 kişi kullanmış. 2021’de yolcu sayısında önemli bir artış olmuş. Çünkü 2020 yılında 16 bin 645 kişi uçmuştur.
Ancak bu artış yetkililer yeterli gelmemiş ki Hasan Polatkan Havalimanı’ndaki yurtdışı uçuşları Zafer’e yönlendirmek istemişler. Buradaki dış hat yolcu sayısı 97 bin 636.
(Değerli okur aramızda kalsın. Zafer Havalimanındaki verilen yolcu garantisini karşılamak için 10-15 civarında Hasan Polatkan Havalimanın kapatılması gerekiyor.)
Siz bakmayın partili memurların “stratejik yatırım” dediklerine.
Daha önce de yazdım. Zafer bölge milletvekillerinin çabalarıyla bölgeye “eser” kazandırmak için yapıldı.
Sonra da ihtiyaç olmadığı için kullanılmayan Zafer Havalimanı’nın bekası adına kendi halinde işleyen ve kimseye zararı bulunmayan Hasan Polatkan Havalimanı gözden çıkarılıyor.
Neden?
Sadece bu mu?
Şehir içerisindeki hastaneler kapatılıyor, şehir dışına hastaneler yapılıyor.
Ankara’da 2004 yılında VIP hastane olarak açılan Atatürk Hastanesi, 2017 yılında açılan Bilkent Şehir Hastanesi’ne feda ediliyor.
Neden?
Bu ülkenin kaynakları bu kadar mı çok Allah Aşkına!
2018 yılında İspanya merkezli seyahat sitesi eDreams’in açıkladığı dünyanın en iyi havalimanları listesine üçüncü sıradan giren Atatürk Havalimanı kapatılıyor, yerine yeni havalimanı yapılıyor.
Neden?
İsterseniz gelin birlikte bakalım.
İSTANBUL’A YENİ HAVALİMANI
Dönemin THY Yönetim Kurulu Başkanının Yerelden Globale* isimli değerli bir kitabı var. Çalışmada İstanbul Havalimanının yapılış öyküsü de anlatılıyor.
Yıl 2012. Ankara ve İstanbul’da bir seri toplantı yapılıyor. Toplantılarda İstanbul’un artan hava trafiğine çare aranıyor.
THY “Atatürk Havalimanına yapılacak bir ilave pist ve bir terminal ile İstanbul’daki hava trafiği sorununun çözüleceğini” söylemiş. Tahmini maliyeti ve süreyi de sırasıyla 1,2 milyar dolar ve 2 yıl olarak hesaplamış.
Zafer Havalimanı’nı siyasi telkinlerle ihale eden Devlet Havalimanı Meydanları İşletmesi (DHMİ) çalışanları İstanbul’a yeni bir havalimanı yapılması konusunda da birilerince tembihlenmiş.
Bunlara THY’nin pist ve terminal önerisinin “nasıl olmayacağını anlatın” talimatı verilmiş.
DHMİ tarafı demiş ki “pist ve terminal 15 milyar dolara mal olacak.” Müzakereler sonucunda 4 milyara kadar düşmüş. (Değerli okur bu tutar kendi hesaplarının % 25’idir. Bunlar gibilerinin hesaplarıyla yatırım yapılıyor bu ülkede. Yazık.)
(Değerli okur bu arada İstanbul Havalimanının yatırım bedeli 10 milyar 247 milyon avrodur. Yatırım bedeli bugünkü çapraz kurdan 11 milyar 272 milyar dolar ve THY’nin önerisinin yaklaşık 10 katıdır.)
Toplantılar devam ederken dönemin Ulaştırma Bakanı yeni havalimanının ilk bölümünü 2015 yılında teslim alacaklarını ve bir ay içerisinde de ihaleye çıkacaklarını ifade etmiş.
Masa devrilmiş yani.
THY Yönetim Kurulu eski Başkanı diyor ki: “Kendisinin üçüncü dönemiydi ve son eser olarak buna imza atmak istiyordu.”
Eser bırakmak adına yine yazara göre “devasa bir yatırım, kısa bir şartname ile ihaleye çıkmış. Süreç uzadıkça uzamış. Kervan yolda düzülüyormuş.”
Değerli okur “eser siyaseti” derken tam da bunu söylüyorum. 1,2 milyar dolara çözülecek bir sorun, eser bırakmak adına 11,2 milyar dolara çözülüyor. Şu cömertliğe bakar mısınız?
Her tercih bir vazgeçiştir. Eser bırakmak adına kaynakları bu tür projelere aktarırsanız, tarımsal desteklemeye 2022 yılında ancak 29 milyar TL (yaklaşık 2 milyar dolar) ayırabilirsiniz.
Sonra da gıda fiyatları niye artıyor diye sorarsınız. Artıyor, çünkü yeterince tarımsal destek alamayan çiftçi artan girdi maliyetleri nedeniyle üretim yapamıyor.
(Bu arada büyük projelerin tarım alanlarına verdiği zararlar da ayrı bir konudur.)
DHMİ
Resmi raporlardan ve hayatın doğal akışından biliyoruz ki Türkiye’de ihtiyaçtan proje yapılmıyor. Projeden ihtiyaca gidiliyor.
En azından iki havalimanındaki örnekten biliyoruz artık. Devlet memurları siyaseten belirlenen projelerin gerekliliğine dair gerekçeler üretmeye çalışıyorlar.
Kanal İstanbul farklı mı sanki? Proje 2011’de açıklandı. Devlet memurları 2019 yılında ÇED ve fizibilite raporlarını bitirdiler.
Ne buldular?
Bingo!
Kanal İstanbul projesi çok yapılabilirmiş ve ayrıca da çevre dostuymuş.
Hatta, “Kanal İstanbul müsilajı da bitirecekmiş.”
DHMİ’nin havalimanlarını gerçekleştirdiği YİD mevzuatında fizibilitelerin hazırlanması konusunda ayrıntılı düzenlemeler bulunmaktadır.
Bu düzenlemelere göre YİD modeli ile gerçekleştirilmesi düşünülen projenin teknik, finansal, ekonomik, çevresel, sosyal ve hukuki açılardan yapılabilirlikleri analiz edilmeliymiş. Öngörülen katkı payı ve garantiler de dâhil olmak üzere risk analizleri ve paylaşımı yapılmalıymış. Yatırımın geleneksel tedarik yöntemleri yerine YİD modeli ile hayata geçirilmesinin gerekçesi karşılaştırmalı ekonomik ve finansal analizlerle ortaya koyulmalıymış.
Siyasetin istediği projeleri yapmak için çırpınan devlet memurları “bu analizleri yapıyor mudur?” sizce.
Değerli okur gelin sizi başka bir toplantıya götüreyim ve bir tanıklığı göstereyim.
Yıl 26 Haziran, 2012. Eskişehir yolu üzerinde bir otel. Konu, yine ve yeniden Kamu Özel İşbirliği projeleriydi. Otelde düzenlenen KÖİ Özel İhtisas Komitesi toplantısının katılımcıları bankacılar, hukukçular, akademisyenler, KÖİ şirketlerinin temsilcileri ve kamu görevlileriydi. 70-80 civarında uzman heyetiydi. Ben de DPT uzmanı olarak toplantıya katılmıştım.
Tartışma konularından birisi de fizibilite çalışmalarıydı.
Havalimanlarının fizibilite projelerini yapmakla sorumlu olan DHMİ’nin üst düzey yöneticisi şunları söyledi: “Fizibiliteler son derece önemli. Oysa ki uygulamaya baktığımızda, kendi kurumum da dahil, zaman zaman fizibiliteleri abarttığımız, fizibıl olmayan projelere fizibilite katmak adına, taklalar attırdığımız da bir gerçek.”
Bunu gerçekten söyledi.
Değerli devlet memurları yapmayın bunları. Fizibıl olmayan projelere fizibilite katmak adına taklalar atmayın lütfen. Yazık olur sizlere.
Sizin adınıza sizlerden rica ediyorum. Mevzuata aykırı işler yapmayın.
Siyasetçiler kendilerini kurtarırlar. Sonra topun ağzına ilk siz konulursunuz.
Bakın kamu finansmanını düzenleyen 5018 sayılı Kanun ne diyor: “her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar, kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak kullanılmasından sorumludur ve yetkili kılınmış mercilere hesap vermek zorundadır.”
Değerli memurlar kendinize dikkat edin. Makam, mevki ve refah adına bu işlere girmeyin.
Değerli okur bugünkü yazı aslında burada bitti.
Ancak, rüzgâr gülünün birisi hafta başında bir koroya katılmış ve türkü çığırmış.
Memurları geride bırakalım ve beraberce şuna da bir bakalım.
KAHRAMAN ASKER!
“En büyük hatamız zamanında bunu dövmemek oldu” dediler. Hatalarını tez zamanda düzelttiler ve “bunu” dövdüler.
“Kendisinin” yalancısıyım. “Geçirdiği bir trafik kazası sonucunda yaşadığı bir sağlık sorunu nedeniyle” askerlik yapamamış.
Değerli okur, anlaşılan bu “şahısın” yapamadığı askerlik hizmeti içine büyük dert olmuş.
Döndü, “kendisini” dövenlerin anlayışının askeri oldu.
Canlı yayında “faiz düştü, enflasyon da düştü” diyerek; “Dünyanın kıskandığı ekonomik modelin gayet iyi çalıştığını” söyledi. Söyledi gerçekten.
Enflasyon düştü mü? Hayır. Şahısta en ufak bir mahcubiyet var mı? Tabii ki hayır!
Canlı yayında “dövizle bir işin mi var” diyen siyasetçiye; hadi ülkenin 450 milyar dolarlık dış borcunu ve hatta KÖİ sözleşmelerinden kaynaklanan 160 milyar dolarlık borcu geçtik, “bastığımız gazetenin kâğıdını dövizle alıyorum” diyemedi “bu hazır asker” yahu. Diyemedi.
“Şahıs” askerliğini yaptığı ordudan bana yönelik saldırıyı görünce durumdan vazife çıkarmış.
Adımı açıkça yazarak ve resmimi basarak beni hedef göstermiş. Neymiş “Atatürk yaşasaymış beni sopayla kovalarmış.”
Kahraman “kendisini” teslim alan dayağın, bana da atılmasını talep ediyor.
“Kahraman” ben askerlik hizmetimi Türk Ordusunda tamamladım.
“Sen” anlamazsın ama yine de söyleyeyim. Daha da başka kimseye askerlik yapmam.
“Ticari” bekleme yapma, ikile hemen.