Türkiye’de özgürlük düşüncesi
Namık Kemal’e kadar bizde “özgürlük” anlamında hürriyet kavramı yoktu. Bu kavramla tanıştıktan sonra da iktidarlar kendilerini güçlü hissettiğinde itaat ve sadakati hürriyete tercih ettiler.
Aynı toplumsal kültürün ürünleri olarak, İttihatçılar’da, Atatürk’ün partisinde, Bayar ve Menderes’in partisinde, Erdoğan’ın partisinde tarih tekerrür etti.
Demokrat Parti içinde otoriterleşmeye karşı çıkanlar oldu. Bunlar ihraç edilecek ve Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu liderliğinde Hürriyet Partisi’ni kuracaklardı…
KURTLAR SOFRASI
Ertuğrul Günay’ın İletişim’den çıkan “Bir Hürriyet Hikayesi” adlı kitabı DP içinde kuvvetler ayrılığını, yargı bağımsızlığını, fikir ve ifade hürriyetini savunanların derslerle dolu serüvenini anlatıyor.
Doğu kültüründeki “pâ-bûs” (ayak öpme) geleneğine dikkat çeken Günay “Doğulu toplumlarda siyaset bir kurtlar sofrasıdır” diye yazıyor. Tek Parti istibdadını, Terakkiperver ve Serbest Fırkaların kapatılmasını anlatıyor. 1950’de çok partili hayata geçtik ama “iktidarın da muhalefetin de acımasız söylem ve eylemleri yüzünden yine duvara çarptığımızı” hatırlatıyor.
Elbette siyaseti kurtlar gibi değil, medeni insanlar gibi yapalım diyenler de az değildi. Günay’ın kitabında, bunlardan 1955 yılında DP’den ayrılarak “Hürriyet Partisi”ni kuranları okuyoruz.
Yol ayırımı “ispat hakkı” tartışmalarıydı. Bir bakanın, bir yetkilinin yolsuzluk yaptığını yazan gazeteci bunu ispat ederse beraat etmeliydi. Gazetecinin “ispat hakkı” olmalıydı.
Bayar ve Menderes bu teklife karşı çıktılar! İktidarımızı yıpratmak için istismar edilir gerekçesiyle…
MENDERES’E MEKTUP
DP içindeki “ispat hakkı” hareketi o kadar haklıydı ki, parti içinde geniş destek buldu. Karizmatik Menderes bütün ağırlığını koyarak engelleyebildi…
“İspatçılar” Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, Fethi Çelikbaş, Turan Güneş, Feridun Ergin, Ekrem Alican gibi DP’nin en parlak beyinleri arasında yer alan isimlerdi.
İspat hakkıyla bilirlikte kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti, fikir ve ifade hürriyeti gibi değerleri savunuyorlardı.
Menderes, 19 Ekim 1955’teki DP Kongresinden birkaç gün önce İspatçılardan 7’sini partiden attırdı, kongrede konuşmasınlar diye…
Fevzi Lütfi Bey, DP’yi niye kurmuştuk diye Menderese uzun bir mektup yazdı:
“Sadece bir adamı, bir zümreyi yerlerinden kaldırıp o yerleri işgal etmek için mi? Bununla hangi gayeye ulaşmış olacaktık?.. Değişen insanlar oldu, sistem aynı… Hürriyet bayrağıyla iktidara gelen parti içinde hürriyet yoktur…
Mazlumların ve masumların partisi olan DP, şimdilik zalim değilse bile nobran ve hoyrat bir hüviyet arz etmektedir…”
Mektubun tam metnini Günay’ın kitabında okuyabilirsiniz. (sf. 58-60)
GÜÇ ZEHİRLENMESİ
DP 1954 seçimlerinde yüzde 58 oyla, Meclis’in yüzde 93’ünü, evet seçim sistemi sayesinde yüzde 93’ünü kazanmıştı! Rahatlayıp işine koyulacağına, maalesef, güç zehirlenmesi Celal Bayar’ın “ince demokrasiye paydos” sözüyle ilk işaretini verdi, Kırşehir Kanunu, ardından yargı ve üniversiteyi hizaya getirme kanunları…
Günay, DP’nin “Tek Parti dönemini ibret değil, örnek aldığını” yazıyor, öyle maalesef.
Ali Fuat Başgil’in de bu şekilde eleştirileri vardır. Başgil DP’nin aydınlardan kopmasını eleştirir; bu kopuş İspatçıları kırmakla, atmakla başladı. Yol yaptık, elektrik getirdik gibi sözlerden başka bir diyeceği kalmadı maalesef.
DP bu yola değil de “ispatçıların” savunduğu yola gitseydi; kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, anayasa mahkemesi, ılımlı siyaset…
Muhtemelen kurtlar kanunundaki idam sehpalarına kadar sürüklenme olmaz, hala kapanmayan yaralar açılmazdı.
FİKRİN GÜCÜ
Hürriyet Partisi tutmadı, CHP’yle birleşmek zorunda kaldılar. Günay “aslında CHP onların fikirlerine katıldı” diyor. Gerçekten hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, anayasa mahkemesi gibi liberal fikirler onlar sayesinde CHP’de yerleşti.
Ecevit’in Ortanın Solu hareketindeki halka açılma ve özgürlük kavramlarında da Turan Güneş’in imzası vardır.
Darbeden sonra İnönü hükümeti, cuntanın baskısıyla 27 Mayıs’ı eleştirmeyi suç sayan “Tedbirler Kanunu”nu hazırladığında, “bu bir zulüm kanunudur” diyerek protesto eden de Fevzi Lütfi Bey’di…
Bunları okuyup öğrenmezsek, ‘tarihsiz’ kabilelerden ne farkı kalır siyasi kültürümüzün?