Müslümanların siyaset sorunu
“Seyda” imzalı ve besmele ile başlayan belgede, Erdoğan’a ve Ak Parti’ye oy vermenin “dinî bir vecibe” olduğunu söylüyorlar, şöyle gerekçeler üretiyorlar:
“Türkiye’nin içindeki ve dışındaki bütün şer güçler hepsi muhalefetin arkasındalar… Bu seçim Müslümanlar için varlık meselesidir. Müslümanların maslahatı meselesidir. Bugün bütün küfür ve şer güçleriyle karşı karşıyayız.”
Muhalefeti “küfür ve şer güçler”le özdeş sayan bir zihinde hukuk ve demokrasi düşüncesi gelişebilir mi? Hele “denetim ve denge” fikrine tesadüf etmek mümkün olabilir mi? İşte “Müslümanların siyaset sorunu” dediğim bu. İslam dünyasının haline bakarak bu zihniyet sorununun ne kadar vahim olduğunu görebiliriz.
ALLAH’IN GÖLGESİ!
Metinde iktidarın “hatalarının” olduğu belirtiliyor ama muhalefet iktidara gelirse “elli misli hatalar” olurmuş… Onun için fıkıhtaki “ehven-i şerreyn” kuralı gereği iktidara oy vermek “dini vecibe” imiş!
Bu noktada Taşgetiren, madem iktidarın yanlışlarını biliyorsunuz niye bunları eleştirmiyorsunuz, sorusunu gündeme getiriyor: Ayyuka çıkan yolsuzlukların, adaletsizliklerin, yoksullaşmaların böyle “Müslümanlık adına tolere edilmesi”ni sorguluyor. “Hz. Ömer’i uyaran halk duruşu”nu hatırlatıyor. Doğru, fakat sonrası?..
Sonrasında Muaviye ile başlayan, Abbasiler döneminde kalıplaşan itaat kültürü hakim oldu.
İlk dönemlerdeki mütevazi “emir’ül müminin” sıfatı ne zaman ki Bizans ve Pers geleneğindeki gibi “Allah’ın halifesi” ve “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” gibi sıfatlara dönüştü… Cevdet Paşa’nın “Muaviye’nin yanında fukaha (hukukçular) ağız açamazdı” sözü, yaşanmış uzun asırların özetidir.
Gerçi “Nasihatnameler” yazıldı ama “nasihat” değil, “tenkid” (eleştiri) lazımdı. Tenkitler zamanla “iktidarın sınırlanması” fikrine ve hukuk anlayışına yol açabilirdi. Olmadı… Tenkit zihniyeti bastırılınca, hem akli, hem dini ilimler durakladı.
ZİHİNLER ‘İTAATKAR’ OLUNCA
Değerli tarihçi Ahmet Yaşar Ocak, “Osmanlı İmparatorluğu ve İslam” adlı akademik eserinde, bu düşünme biçiminin, “Allah’a itaate eş derecede kayıtsız şartsız mutlak itaat edilmesi gereken bir otorite” anlayışının kökleştiğini anlatır. (sf. 119 vd.) Hem siyasi otorite hem düşünceler üzerindeki otoritelere itaat… Bu yüzden tenkit (eleştiri) zihniyeti gelişmedi. 15 ve 16 yüzyıllarda medresede yazılan 189 eserden sadece 20’si akli ilimlere aitti, kalan 169’u daha önce otoritelerin yazdığı dini eserlerin şerh ve yorumuydu. (s. 205 vd.)
Bu yüzden Kopernik’ler, Bruno’lar, Galileo’lar Avrupa’dan çıktığı gibi siyaset bilimi ve kamu hukuku alanlarında da Jean Bodin’ler, Thomas Morus’lar ve nihayet John Locke ve Montesquieu’ler de oradan çıktı. Müslümanlar ise kendi aydınlanma çağlarının ışıkları olan İbni Heysem’i, Farabi’yi, İbn Rüşd’ü unutmuştu. 17. Asırda İbn-i Rüsd’ün Osmanlı kütüphanelerinde 4 tanecik el yazması bulunurken, Avrupa’da matbaalarda baskı üstüne baskı yapıyordu!
Hayrettin Karaman gibi gelenekçi bir fıkıh uzmanı bile istibdat yüzünden fıkıhta kamu hukukun gelişmediğini yazmıştır.
Bütün bu geçmişin zamanımızdaki sonuçları ortada; işte İslam dünyasının hali…
DİN VE SİYASET
İslam’ın ahlaki erdemleri, en başta da adalet fikri, Bardakoğlu hocamızın deyişiyle “fıkıh kuralları arasında buharlaşınca” işimize gelen her siyasete fetva yazılabiliyor. Mısır’da İhvan-ı Müslimin’in darbeyle devrilmesine Mısır Başmüftüsü fetva verdi, Selefi İslamcılar da darbeyi destekledi…
Aslında siyaset itikat meselesi değildir. Sıffin’de birbirini öldüren 70 bin Müslümana itikadi açıdan hiçbir şey diyemeyiz. Kavga siyasi idi.
Çağımızda siyasi konular modern anayasa hukuku ve demokrasi ile çözüme bağlanabilecek konulardır, itikat meselesi değildir.
İktidara destek vermeyi “dini vecibe” imiş gibi gösterenler, çeşitli vakıflar, dernekler yoluyla maddi destekler alıyorlar; yolsuzluklar ve adaletsizlikler karşısında susuyorlar Bu, asırlar içinden gelen itaat kültürünün tezahüründen başka bir şey değil.
Ahmet Taşgetiren gibi kaç dindar kalem var, İslam’ın erdemlerini savunarak muhafazakar iktidarı eleştiren?