Merkez Bankası ve milli irade
Merkez Bankası tarihimizde 2001 yılından bu yana en çok başkan değişen dönem, CB hükümet sistemi dönemidir. CB sisteminden önce, Merkez Bankası başkanları beş yıllık görev süreleri tamamlandıktan sonra değişir veya devam ederlerdi.
CB Hükümet sisteminde ise, önce Murat Çetinkaya görevden alındı; 6 Temmuz 2019 Cumartesi günü kamuya açıklandı.
Görevden alma gerekçesi “laf dinlemiyor” olmasıydı.
Yerine kurum içinden Murat Uysal atanmıştı; Uysal TCMB Başkan yardımcısıydı.
2020 yılının 7 Kasım cumartesi günü kamu oyu bir TCMB başkanının daha azledildiğini öğrendi. Murat Uysal alınmış, yerine Naci Ağbal getirilmişti.
Ağbal’in iyi bir maliyeci olduğu biliniyor ama Merkez Bankası içinden gelmiyor.
Bu işlerin cumartesi açıklanmasının sebebi, piyasaların dalgalanmasından endişe edilmesidir.
Reis yaptıysa iyidir, ya da kötüdür demeden meseleye ‘sistem’ açısından bakmalıyız.
NEDEN BAĞIMSIZ?
Bilimsel tespittir: “Bütün kötülüklerin anası olan enflasyon”u önlemek için Merkez Bankalarının bağımsız olması lazımdır.
İktisat biliminde, enflasyonu önlemek için gerektiğinde faizi yükseltip milli paranın ve tasarrufun değerini artırırsınız… Gerektiğinde durgunluğu aşmak için faizi aşağıya çekip genişleme yoluna gidersiniz.
Politikacı ise öncelikle seçimlere bakar, sürekli düşük faizle piyasaya para sürmek ister.
Siyasetin isteğiyle ekonominin gerekleri arasındaki bu zamanlama uyumsuzluğunu tespit eden iktisatçılar Finn Kydland ve Edward Prescott Nobel ödülü almışlardır.
Çok özetle: Yaklaşan seçimi kazanmak için politikacı piyasaya düşük faizli para sürmek ister ama bu enflasyonu körükleyeceği için Merkez Bankası iktidar partisine değil, iktisadi istikrara hizmet etmelidir.
Hukuki bakımdan ise, liberal Friedrich von Hayek, özgürlükleri korumak için milli iradeyi nasıl hukuki kurumlarla sınırlıyorsak, korkunç bir adaletsizlik olan enflasyondan korunmak için de para politikasına müdahalesi de bağımsız Merkez Bankası eliyle sınırlanmalıdır.
Milli iradenin sınırlanmaz ve kutsal sanılması Rousseau’nun ve Jakobenlerin inancıydı, iki asır geride kalmıştır.
KHK’LARLA GELEN DÜZEN
Türkiye’de Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, Ecevit hükümeti dönemindeki Kemal Derviş reformlarıyla 2001 yılında gerçekleşmişti.
Merkez Bankası başkanı, merkez bankacılığında on yıllık tecrübeye sahip olacaktı, Bakanlar Kurulu tarafından 5 yıl süreyle atanacaktı... Başkan yardımcısı, yine banka içinden, onun teklifiyle atanacaktı…
Teknik ayrıntılara girmiyorum.
9 Temmuz 2018 tarihli KHK ile bu şartlar kaldırıldı. CB sistemi gereği, atama yetkisi tek başına Cumhurbaşkanına verildi. Meclis’e denetim yetkisi bile tanınmadı.
Görev süreleri 5 yıldan 4 yıla indirildi.
Mesleki-bankacılık tecrübesi şartları yumuşatıldı.
Daha önemlisi…
TCMB başkanları ağır hastalık ve suç gibi haller dışında görevden alınamazdı. Bağımsızlığın en önemli teminatı buydu. Fakat…
2 Temmuz 2018 tarihinde çıkarılan KHK ile, yüksek kamu görevlilerini azletmek için Cumhurbaşkanına şu yetki verildi:
“Kurumsal hedeflere ulaşılamaması nedeniyle de süreleri tamamlanmadan görevlerinden alınabilirler…”
Kurumlar bağımsız olarak kendi hedeflerini belirleyebiliyor ve bunun araçlarını bağımsız olarak kendisi kullanabiliyorsa, bu hedeflere ulaşamamak azil içil doğru bir sebep olur.
Ama siyasetin değişken hedeflerine bakarak ve de kurumlara uygulayacakları araçları belirleme yetkisi vermeden bunu uygulayınca ne oluyor?
“Laf dinlemediği için” görevden almak mümkün oluyor.
GÜVEN VEREBİLMEK
Murat Çetinkaya görevden alınmasına üzerine Fitch Türkiye’nin reytingini düşürmüş, “kurumsal bağımsızlığın, ekonomik politikalarda tutarlık ve kredibilitenin bozulmasını” gerekçe göstermişti. (Reuters, 13 Temmuz 2019)
Kişilerin şahsi niteliklerinden bağımsız olarak soralım: On altı ayda Merkez Bankası gibi bir kurumun başkanını değiştiren bir ekonomi yönetimi “kurumsallık, tutarlılık, kredibilite” güveni verir mi?
Merkez Bankası’nın sözlü olarak hırpalanması, ardından kurumsal olarak, Bahçeli’nin deyişiyle, “memur” haline getirilmesiyle ekonomimizdeki bozulmaların paralelliği bize çok şey anlatmıyor mu?
Çağımızda iyi yönetimin ön şartı, “kurallar ve kurumlar sistemi”dir.