İktidarın çeyrek yüz yılı
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, partisinin 23. Yıldönümünde yaptığı konuşma önemliydi. Araya başka olaylar girdi. Bugün yazacağım.
Hemen belirteyim ki, önemi kadar ilgi görmedi, yeterince tahlillere konu olmadı. Zaten bir kesim için Erdoğan ne dese ‘mahz-ı hikmet’tir. “Faiz sebeptir” politikası da alkışlanır, faizi yüzde 50’ye çıkarması da…
Öbür kesim için her dediği kötüdür, tahlile değmez.
‘TEHLİKE’ SİYASETİ
Erdoğan’ın konuşmasında propaganda dozunun ağır basması normaldir. Kendi partisinin kuruluş yıldönümü çünkü…
Geçmişte partisinin kapatılmak istenmesi, ‘Cumhuriyet mitingleri’ ile yeni iktidara meşruiyet gölgesinin düşürülmeye çalışılması, FETÖ’nün darbe girişimi gibi olayları anlatarak dayanışma duygusunu ve parti kimliğini güçlendirmek istedi. Gezi olaylarını darbe teşebbüsüymüş gibi gösterdi.
Sürekli “tehlike” algısı yaratarak tabanını ‘tetikte’ tutmak istiyor.
Bu tehlikelere karşılık AK Parti’nin, “ümmetin de umudu” olduğunu söyledi.
“Ezana, bayrağa, camiye, Kur’an’a, cami cemaatine, kutsal değerlerimize saldırmayı aklının ucundan geçirenin gözünün yaşına bakmayız” diye ekledi. Sanki, bu yüksek değerler, Cumhurbaşkanı düzeyinde dile getirilecek çapta bir tehlike altında kalmış gibi konuşmak da tabanda “ezan bayrak düşmanlarıyla mücadele ediyoruz” motivasyonu yaratmak için söylenmiş söylerdi.
Çok şükür Türkiye asla böyle bir ülke değildir. Zaten Erdoğan’ın ilk on yılında da böyle sözler hiç yoktur.
ESER SİYASETİ
Erdoğan konuşmasında yaptıkları yollardan, şehir hastanelerinden, üniversite sayısını 76’dan 208’e çıkardıklarını, yurt kapasitesini 182 binden 962 bine ulaştırdıklarını anlattı. Kişi başı geliri 3 bin 683 dolardan 13 bin 100 dolara çıkardıkları söyledi.
Bunlar gerçek… Türkiye altyapıda bu yirmi yılda ciddi gelişme kaydetti. Uluslararası ölçümlerde altyapı puanımız, diğer bütün alanların, kurumsal kalite, eğitim, hukuk gibi ölçümlerin önündedir. (WEF puanları)
Hatta Erdoğan’ın “saydığımız rakamların hepsi rekordur” sözü de gerçektir. Ancak “gerçek” bundan ibaret değildir.
Bu kadar üniversite yerine endüstriye vasıflı elemen yetiştirmek, üniversitede ise kaliteye öncelik vermek doğru olurdu.
Milli gelirimizi 22 yılda 3 bin 608 dolardan 13 bin 100 dolara çıkarmak başarı mıdır? Yılda 400 dolarlık bir artış, övünülecek bir sonuç değildir.
Halbuki, ilk 2003-2013 döneminde yılda yaklaşık bin dolar artış olmuştu. İlk on yılın politikaları devam etseydi, bugün 25 bin dolara çıkabilirdik. Bu gerçek, son on yılda ekonominin hiç de verimli yönetilmediğini gösterir. Durum ortada zaten…
Umulurdu ki Cumhurbaşkanı çeyrek asra yaklaşan iktidar döneminin bir değerlendirmesini yaparken bir “tahlil” de yapsaydı? Mesela “kişi başı 25.000 dolar”a neden ulaşamadık? İlk on yıldaki politikalar neden bırakıldı, ikinci on yılın muhasebesi nedir?
ZAMANIN RUHU
Neden “faiz sebeptir” politikası izlendi, neticesi ne oldu? Neden Şimşek’le ortodoks iktisada geri dönüldü? Bu yönde birkaç cümlelik olsun açıklama yapsaydı, Şimşek’e ciddi bir destek vermiş olurdu. Halbuki konuşmasında “faiz” kelimesi geçmedi.
Erdoğan’ın konuşmasında şu cümlelerin altını çizmek lazım:
“Bir hakikati görüyoruz. Zamanın ruhu alışılagelmiş siyasi tarzları da değişime zorlamaktadır. Biz de buna uygun politikalar geliştirmekteyiz.”
Çok doğru ama değişen zamanın ruhu, ne gibi yeni kavramlar, yeni politikalar gerektiriyor, bu konuda bir işaret vermedi.
“Daha çok çalışmak… yorulanları kenara çekmek” gibi sözlerin bu bağlamda bir anlamı olmaz. “Zamanın ruhu” deyince, çağımızda toplumun talepleri, özlemleri dikkate alınmalıdır ki bunun başında özgürlük ve adalet kavramları geliyor. “Kayyım rektör istemiyoruz” sözü bu ruhun bir ifadesidir mesela.
AK Parti özellikle gençleri ve bağımsız aydınları neden kaybettiğini, oy ve taban kaybının neden şehirlerde başladığını, neden ‘taşra’ denilen sosyolojik zeminlere çekildiğini çok iyi “tahlil” etmelidir. “Zamanın ruhu”, artık daha çok hamaset değil, daha çok hukuk ve rasyonellik, kamu sınavlarından başlayarak daha çok liyakat ve hak eşitliği, devlet işlerinde daha çok şeffaflık istiyor…
Ben bu istikamette bir yönelişin işaretlerini henüz göremiyorum. “Yeni anayasa” derken bile anayasa hukukunun temel kavramlarıyla konuşulmuyor.