Erdoğan zirve mi yaptı?
En önemli haberlerden biri: Mart ayında Türkiye'nin dış ticaret açığı 8,6 milyar dolara çıktı. Yılın ilk çeyreğinde kaydedilen dış ticaret açığı ise 34,9 milyar dolarla rekor kırdı.
Niye en önemli haberden biri? Çünkü hem ekmeğimizle ilgili, hem de çağımızda en güçlü ülkeler ekonomide güçlü olanlardır. Sorunların çözümü de ekonomik güç ister.
Siyaseten ise bu rakamlar iki yıldır dayatılan ve ‘Türkiye modeli’ gibi ‘yerli ve milli’ bir etiket yapıştırılan modelin iflasını belgeliyor. Çünkü model, düşük faizle kıymeti düşürülen TL sayesinde dış ticaretin fazla vermesi, o fazla ile döviz sorununu çözerek enflasyonun aşağı çekilmesi tezine dayanıyordu. “Çin de böyle büyümüş” idi. (3 Aralık 2021)
Tam tersine, ithalat patladı, dış açık rekordan rekora koşuyor! Enflasyonda da dövizde de iç açı bir durum yok.
REFORMA MUHTAÇ SİSTEM
Bu yazıyı yazmamın sebebi, iktidarın ekonomi politikasını eleştirmekten ibaret değil. Asıl amacım, ülkenin iyi ve etkin yönetilmesinin “güçlü lider”le değil, rasyonel programlarla ve etkin kurumlarla mümkün olacağını anlatmaktır.
Lider elbette önemli ama rasyonel programların ve etkin kurumların koordinatörü olarak; orkestra şefi gibi…
Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmalarında herhangi bir reform programından da bahsetmiyor. Ekonomideki temel sorunlar belli, bunların nasıl çözümleneceği konusunda programlar ortaya koymuyor.
Sorunların başında CB sistemi var. Öyle ki Bahçeli bile üç yıl önce “CB Hükümet Sistemi'nin devamını da mümkün kılacak bazı reformların yapılması ve acilen çıkarılması gerektiğini” söylemişti. (24 Mayıs 2020)
Sistemde acil reformlar!.. Bırakın reformu, sistemin sorunları ağırlaştı…
ERDOĞAN’IN YİRMİ YILI
Hiçbir reform ve program önermediği için iktidarın seçim faaliyeti “güçlü adam” duygusuna dayanıyor. Propaganda, Erdoğan’ın dilinde “ben çözerim” üslubuyla, tabanda ise “Reis çözer” üslubuyla tekrarlanıp duruyor. Bu siyasette “benim bakanım” ve “Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla” sözleri, ezberin temel
Lider kültü ve kişisel yönetim dili…
İlk on yılda iyi giden ve dünyada takdir toplayan ekonomi, son on yılda bu anlayış yüzünden ve CB sisteminde kurumların silikleşmesiyle ekonomi bugünkü duruma düştü.
Tabii bu gerçeği kabul etmiyorlar. Hatta Erdoğan geçen gün Türkiye’yi yüzyıllık tarihimizin zirvesine çıkardığını söylüyordu:
“Türkiye'nin bugün geldiği yer, geride bırakmakta olduğumuz ilk asrının zirvesi, bundan sonra hedeflediğimiz Türkiye Yüzyılı'nın ilk adımıdır."
Şimdi, hayranlığa da düşmanlığa da kapılmadan bu hamasi sözleri tahlil edelim…
ZİRVE VE DÜŞÜŞ
Evvela her dönem önceki yüzyılın zirvesidir. Daha önemlisi yirmi yıllık dönemde lider Erdoğan olmakla birlikte politikalar farklıdır. Evet Türkiye 2012 yılında kişi başı gelir itibariyle 12 bin dolara çıkarak gerçekten “zirve” yapmıştır. Fakat sonra aşağı gidiş başladı, 8 bin dolara kadar düştü. Şimdilerde 10 bin dolar. Halbuki 25 bin dolar olacak denilmişti!
Biz böyle gerilerken dünya ilerledi, gerimizdeki Bulgaristan, Malezya gibi ülkeler bizi geçti. En vahimi ne, biliyor musunuz? Türkiye’nin dünya ekonomisindeki payı 2012 yılında yüzde 1.24’de çıkmışken, 2020 yılında % 0.85’e düştü. 1980 gibi ağır krizli bir yılda payımız yüzde 0.85’ti! (https://www.dogrulukpayi.com)
GELİŞMİŞ ÜLKE OLMAK
Erdoğan 2001 reformlarıyla düze çıkarılmış bir ekonomi devraldı, AB sürecinin katlılarıyla gerçek ekonomist arkadaşlarıyla birlikte ekonomiyi “zirve”ye taşıdı. Ama sonra reformlar tersine çevirdi, AB startlarına sırtını döndü, “kişisel” politikalarla ayrı bir yola girdi, ekonomi aşağıya gitti.
Demek ki, “Reis”i her dönemde alkışlamak da husumet duymak da yanılışla doğruyu önemsiz hale getirtiyor. Siyasetimiz sen-ben kavgasından kurtulamıyor. Her devirde temel sorunumuz budur! Rasyonelleşme eksikliği, aşırı duygusal bağımlılıklar…
Dahası, kişiye bağımlı siyaset kültürü, yanlışların eleştirilerle düzeltilmesine imkan vermiyor. Çünkü doğru da yanlış da alkışlanıyor!
Bu sarmaldan yüzyıldır kurtulamadık.
Ümitsiz değilim; eğitim, piyasa ekonomisi ve dışa açıklık geliştikçe rasyonel düşünme melekemiz gelişiyor. Kral değil kural gerektiğinin bilincine daha bir varıyoruz.
Gelişmiş ülke olmanın başka yolu yok zaten,