7 düvele karşı!
Rusya, İdlib sorununda gerilimi sürekli tırmandırıyor.
İdlib kaynaklı yeni bir göçmen sorunu patlatmasından endişe eden Angela Merkel ve Emanuel Macron, 21 Şubat’ta Putin’e telefon ederek “gerilimi gidermek için devreye girmeye hazır olduklarını” bildirdiler.
Bu girişim Ankara’da memnuniyet yarattı.
Öyle ya, Putin’le karşı karşıya olmaktansa, Merkel ve Macron’la birlikte konuşmak daha iyi olurdu. Ertesi gün Cumhurbaşkanı Erdoğan da Bergama’da yaptığı konuşmada Merkel’le, Macron’la ve Putin’le telefonla görüştüğünü, “5 Mart’ta tekrar bir araya gelerek bu konuları konuşacaklarını” söyledi.
Fakat dün Kremlin sözcüsü Dmitriy Peskov “Fransa- Almanya-Türkiye’nin katılacağı formatta bir görüşmenin söz konusu olmadığını” söyledi!
Peki, Erdoğan-Putin görüşmesi?..
Peskov “İran’ın katılımıyla bir görüşme olasılığı üzerinde de çalışıldığını” sözlerine ekledi.
Apaçık Putin, Türkiye’yi masada yalnız görmek istiyor! İran Putin’le beraber zaten.
RUSYA KARŞISINDA…
Bu tablo, hemen bütün tarihimiz boyunca geçerli olan “Rusya karşısında yalnız kalmamak” endişesinin ne kadar haklı olduğunu gösteriyor. Rusya ile çok iyi ilişkilerimiz olmalı fakat güç dengesi veya stratejik meseleler söz konusu olduğunda Rusya karşısında yalnız kalmamalıyız.
Lozan’da kurulan Boğazlar rejiminin ve bu bunu ilk fırsatta 1936’da iyileştiren Montrö sözleşmesinin belirleyici mantığı budur.
Bugün, İdlib’de Rusya ile kriz tırmanınca Ankara’nın NATO ve Amerika’dan Patriotlar istemesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “ABD ile her an, her türlü dayanışmamız olabilir” diye konuşması, Putin’le görüşmenin Merkel ve Macron’un katılımıyla “Dörtlü Zirve” olmasını istememiz…
Bütün bunlar “Rusya karşısında yalnız kalmamak” şeklindeki tarihi tecrübenin günümüzdeki dışavurumlarıdır.
Fakat son on yılda Batı ülkeleriyle ihtilaflarımız oldu. Bunları diplomasi koridorlarında tutarak soğutmaya çalışmak yerine, seçim meydanlarında kullanmak sorunların şişmesine yol açtı…
Batı kamuoylarında demokrasi ve hukuk konularındaki imaj sorunlarımızın büyümesi de Türkiye lehine olan çevrelerde bile soğuma yarattı. Çok haklı olduğumuz konuları bile anlatmada her zamandan fazla zorlanıyoruz işte.
ABD Kongresinde ve AB platformlarında daima Türkiye yanlıları olmuştu; onlarla da aramız soğudu. ABD’den yeni dönen Prof. Dr. Fuat Keyman, orada öteden beri Türkiye’yi savunan çevrelerin bile artık Türkiye’ye “stratejik ortak” gibi bakmadıklarını yazıyor! (Karar, 25 Şubat)
Rusya ile ticari ve siyasi ilişkilerimizin gelişmesi elbette çok iyi fakat “ittifak, stratejik ortaklık, jeopolitik” gibi kavramlar söz konusu olduğunda Türkiye denge kurmada bu kadar zorlanan bir duruma gelmemeliydi.
‘STRATEJİK ORTAK’
Rusya, İdlib’de Türkiye’ye ağır sıkıntılar vermekle kalmıyor; Türkiye’yi oradaki teröristleri korumak imasıyla da suçluyor!
Uçak krizi sırasında Putin iftiralar düzeyinde böyle suçlamalar yapmıştı. Dün de Dışişleri Bakanı Lavrov, İdlib’de ateşkes isteyen Türkiye’yi şu sözlerle suçladı:
“İdlib’de teröristlerle ateşkes yapılamaz”
Putin ve Lavrov Türkiye’nin ağır göçmen yükü konusunda kılını kıpırdattı mı? PKK’yı bile niye terörist saymıyorlar? İdlib’deki gelişmelerin Türkiye’deki göçmen krizini ağırlaştıracağını niye bilmezlikten geliyorlar?
Rusya’yı “Stratejik ortak” sanmak, AB ile tartışma çıktığında Şangay Beşlisi’nden bahsetmek gibi davranışların iyi sonuçlar vermediği artık görülüyor.
TÜRKİYE’NİN EKSENİ
Dünkü yazımda Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Ağustos 2018’deki “Rusya stratejik bir ortağımızdır” sözünü yazmıştım.
İktidarın ortağı durumundaki MHP’nin lideri Bahçeli’nin dün “Türkiye ile Rusya stratejik ortak değildir, müttefik değildir” diye konuşması iyi oldu; uyarıcı olabilir.
Tarihte Türkiye her zaman “7 düvele karşı tek başına” kalmamaya büyük özen göstermiştir. Daima “ittifaklar”la dış politika yapmış, bir ayağı sabit olarak daima Batı’da olmuştur.
Unutmamak gerekir ki; Türkiye devletinin ittifakları ve temel tercihleri, bir kelime ile “Türkiye’nin ekseni” konjonktüre göre değil, asırları tutan uzun tarihi tecrübelerle ve jeopolitiği de doğru okuyarak oluşmuştu.
Yeniden o “eksen”e dönmek gerektiği açıktır. İktidarın da 2010’a kadar “Avrupa standartları” diyerek başarıyla yürüdüğü “eksen” yani…