Hz. Yusuf'un öğrettikleri: İktidarın zirvesinde mahviyet
"İktidar, tüm ihtirasların en aşikâr olanıdır.”
Gaius Cornelius Tacitus
Yusuf peygamberin kıssası, tüm kutsal kitaplarda geçen ve Kur’an’da “kıssaların en güzeli” olarak nitelendirilen bir anlatıdır. Baştan sona Yusuf peygamberin hayat sergüzeştini son derece beliğ ifadelerle anlatarak hayat ve toplum dersleri verirken, aynı zamanda ayrılışı, kavuşmayı, kıskançlığı, ümidi, aşk ve ihtirası olay örüntüleri içinde ilmek ilmek işler. Ayetleri okurken kelimelerin ve ifadelerin su gibi aktığını görürsünüz. Asırlar ötesinden yankılanan bir ahengin verdiği ruhaniliğin, Yusuf peygamberin yaşadıkları üzerinden çağımıza kadar uzanan mesajlarla devam ettiğine şahit olursunuz.
Önce büyük bir müjdeye mazhar oluşu sebebiyle kendisini kıskanan kardeşleri tarafından kuyuya atılan, sonra iftiralarla ömrünün bir kısmını hapiste geçiren, nihayetinde de kendisine güç ve makam verilen Yusuf peygamberin yaşamının her aşaması insanlık için zamanlar ötesi öğretiler içerir.
Onun hikayesi kuyu dibinde, hayatından ümit kesilmiş bir halden, ülkenin hazinelerinin kendi emrine verildiği kudretli bir yöneticiliğe kadar yükselişin hikayesidir.
Kıssaların en güzeli olan Yusuf kıssasının belki de en can alıcı hatta can yakıcı yeri bana göre en sonlara saklanmıştır. Güç ve zenginliğin zirvesine ulaşan ve artık bir ömür hasretliğini çektiği babası ve mahcup kardeşlerine kavuşan Yusuf, gücün, iktidarın ve hoşnutluğun o zirve noktasında şu duayı yapar:
“Ey Rabbim! Sen bana güç ve saltanat verdin, rüyaların yorumunu, olayların içyüzünü öğrettin. Ey yeri ve gökleri yaratan! Dünya ve ahirette benim dostum sensin. Müslüman olarak canımı al ve beni Salihler arasına kat.”
Onun bu duası, dünyada ulaşabileceği en yüce saadetlerin ve güzelliklerin, güç ve iktidarın, Rabbine kavuşma arzusu yanında bir hiç olduğunu gösteren sarsıcı bir mesajdır. Aynı zamanda mütevazi bir şekilde Müslüman olarak vefat ederek gelip geçen o salih insanlar arasında, basit bir fert olarak kendisinin de katılmasını talep ettiği bir “mahviyet” ifadesidir.
Gücü ve makamı elde tutmak zordur, zamanı gelince terk etmek, hem de bu terk edişi kendi arzusu ile yapmak her baba yiğidin yapacağı iş değildir. İktidarın ve yönetmenin büyüsü, milyonların kaderini tek sözü ile değiştirebilme imkanının insana verdiği haz, zamanla insanın kendisini inandırdığı vazgeçilmezlik yanılgısıdır aslında…
Vazgeçilmezlik yanılgısını içten içe büyüten sadece kişinin kendisini eşleştirdiği o hayali kahraman haline dönüştürme arzusu değildir. Bu heyulanın bir ideale dönüşmesinde, muktedirin kendisi kadar etrafında yer alanların kendi ayakta kalabilmeleri için muktediri “kendisinin vazgeçilmez olduğuna ikna etmeleri” de etkendir.
Güç ve iktidar hırsı benliğine işlemiş “haris” bir siyasi liderin “hubris” karakter özellikleri ile buluşması kadar tehlikeli hiçbir şey yoktur. Hubris sendromunun belirgin bir şekilde ortaya çıkmasında sınırsız ve genellikle kontrol edilmeyen siyasi güce sahip olmak önemlidir.
Trump’ın Amerika’nın geleceğinin kendi seçilmesine bağlı olduğuna inanmasında megaloman içgörülerinin yanında, buna kani olmuş milyonların da etkisi vardı.
Megalomanlığı karşılıklı büyütme hali bu saplantıyı da sağlamlaştıran en önemli etken aslına bakarsanız. “Bensiz asla yönetilemez, yapılamaz, her şey mahvolur” fikri, sabitleştirilmiş iktidar sahiplerinin ülküsüdür. Devamında kendisi seçilmediğinde de her şey zamanında kusursuz işlemiş ve mükemmelmiş gibi yeni iktidara söver, durur “gördünüz mü bensiz neler oldu, ben olsaydım olmazdı.”
Kendi kusurları başa gelen işlerdir, başkalarının kusurları bile isteye yapılmış hainliklerdir. İktidarda kalmayı ve iktidarını devam ettirmeyi amaç edinen bu Makyavelist siyasi heyula zamanla, paternalist ve popülist bir politikayı da -ister istemez- beraberinde getirir.
Fakat Joe Biden örneğinde de gördüğümüz gibi mutlak güç ve yetkisini zalimane bir şekilde kullanan, suiistimalci, zulmü alkışlayan ve destekleyen, soykırıma, haksızlığa ses çıkarmayan bir siyasi liderin geldiği makamda kalabileceği sürenin de bir sınırı vardır ve günü geldiğinde ikarus kaçınılmazdır.
“Hülasa, tiranların ortaya çıkmasında kölelerin payı büyüktür. Kullar paye vermese tiranlar hiçbir şekilde var olamaz. Kulluktan vazgeçenin tiranı da olmaz.”
“Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev”
Étienne de la Boétie.