‘Bizde adet böyledir’

Her zaman olduğu gibi Kartalkaya’daki yangının da bir süre yasını tutarız; daha sonra hiçbir şey olmamış gibi önceki huylarımıza döneriz. ‘Bizde adet böyledir’; adetimizden de vazgeçmeyiz.

Bu işler öyle ‘ah tuh’la, olay olduktan sonra sırf sorumlu aramakla, sorumluluğu birbirimizin üstüne yıkmakla olmuyor. Gözümüze kestirdiğimiz birilerini içeriye tıkmakla da olmuyor.

Bu birileri genellikle ya devletin dışındadır veya devletin içinde olsa da alt birimlerdendir. Devletin üst birimlerinde olanlar, elinde bulundurdukları devlet kurumlarını da kullanarak kendilerini “temiz”e çıkarmasını bilirler; ‘bizde adet böyledir.’ Bazıları istifadan bahsediyorlar. Bizde olacak şey mi!

Bizim gibi ülkelerde bu işlerde bir suçlular, bir güçlüler, bir de hem suçlu hem güçlüler var. İnşallah suçu günahı olmadığı halde suçlu gösterilenler olmaz. Gerçi suçlular, güçlüler ve hem suçlu hem güçlüler demokrasiyi hukuk kurallarına göre işleten toplumlarda da var. Fakat oralarda üç şey daha var: Biri, genellikle herkesin işini doğru dürüst yapması; diğeri işini doğru yapmayanlar çıkmışsa, onları bulup çıkaracak ve hakkından gelecek bağımsız yargı kurumlarının bulunması; üçüncüsü de oralarda bütün bunları takip eden halkın ve sivil toplum örgütlerinin olmasıdır.

Asıl önemlisi şu ki, bunlar öyle akşamdan sabaha olmuyor; arkasında asırları dolduran bir eğitim var. Ülke olarak, 2024 dünya “Hukukun Üstünlüğü Endeksi”inde 142 ülke içinde boşuna 117. sırada değiliz.

***

Elbette 78 canın gitmesinden insan olan herkes acı duymuştur. Hatta vaktiyle bilerek veya bilmeyerek işlerini kötü yapanlar daha çok acı duymuşlardır. Fakat onca yakıcı tecrübelere rağmen bu ihmallerin, bu para ve makam hırslarının devam etmesi gösteriyor ki, işlerini kötü yapanlar daha çok kendi başlarına geleceklerden ve/veya kendi menfaatlerine zarar gelebileceğinden dolayı acı duymuşlardır.

Okuyacaklarını zannetmiyorum ama yine de okuyanlara faydalı olur ümidiyle sorayım:

Hepsi de fani olan o makamlarımız, mevkilerimiz; küçük veya büyük unvanlarımız, bir fetvasını yakıştırıp kazandığımız mallar mülkler, o masum çocukların gözlerinin önünde analarının babalarının yanmasına değdi mi! O annelerin, o babaların, uğruna bin defa ölecekleri evlatlarının gözlerinin önünde yanmasına, boğulmasına değdi mi! Biz nasıl Müslümanız, nasıl insanız ki, canlar yanarken, hâlâ böylesine bencil duygular taşıyabiliyoruz? Daha alevler can almaya devam ederken birbirini suçlama telaşına düşenler! Hiç kendinize sormuyor musunuz, ben bu sorumluluğun neresindeyim diye?

***

Bütün bunları yazarken zerre kadar etkisinin olmayacağını da bilerek yazıyorum. Zira Müslümanlar olarak, Emevîler’in iktidar olmasıyla başlayan tarihimiz gösteriyor ki, koltuk ve para ‘İNSAN’dan, onun canından, ekmeğinden ve haysiyetinden daha değerli olduğundan beri bu böyle devam etmiştir ve daha da edecektir. Muhammed Âbid el-Câbirî’nin bir tespiti var. Özetle şöyle diyor:

Hz. Peygamber ve Sahâbe döneminde yaşanan Kur’an ahlakına göre –Peygamber ve halifeler dâhil- hak hukuk konularında herkes herkese eşitti. Sonra Emevîler iktidar oldu ve Müslüman yönetimler -çeviriler üzerinden- “kisrâ (İran kıralı) değerleri”yle tanıştılar. O değerler sisteminde üç türlü ahlak vardı: 1- Sultanın (devleti yönetenin) ahlakı bireysel seçkinlik ve ululuk üzerine kuruluydu. Sultanhalifetullah” (Allah’ın vekili) ve “zıllullah” (Allah’ın gölgesi) idi; ona kimse hesap soramazdı. 2- Sultanın özel çevresinin ahlakı; onlar sultana hizmet eder, yanlış yapıp sultanın gazabına uğramaktan sakınırlardı; 3- Halkın ahlakı ise itaat etme ve sabırlı olma üzerine kuruluydu.”

Câbirî’ye göre bu ahlak tarzları zamanla Müslüman toplumların kültürü haline geldi. “İslam ülkelerinde bu devlet anlayışı din adını da kullanarak bugüne kadar devam etti” (el-Aklu’l-Ahlâkî el-Arabî, s. 136-139, 169, 194-225, 234, 243, 253). Max Weber’in yüz yılı aşkın bir zaman önce sultanizm dediği bu “kisrâcı değerler” sisteminde -lafı çok edilse de- uygulamada insan o kadar da önemli değil.

Bu zihin yapısını dönüştürmemiz lazım. ‘İNSAN’ın; onun canı, ekmeği ve onurunun, maldan-makamdan daha değerli olduğu ahlakı merkeze alan, bu ahlakı kitaplardan vicdanlara ve hayatlara aktaran bir eğitime geçmemiz lazım. Yoksa ihmallerimiz, kasıtlı-kasıtsız yanlışlarımız yüzünden –Allah korusun- daha çok yangınlar çıkar; depremlerde ve sair doğal olaylarda daha çok canlar kaybederiz.

YORUMLAR (33)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
33 Yorum