Cumhuriyet’in içini doldurmak!
Kavramların içini sahip olduğu değerlerinin ötesinde ve çok farklı anlamak topluluklar için genel bir durum sanki. İnsanlığın tarih boyunca yücelttiği birçok değerin arkasında aslında hiç de öyle yüceltilecek şeyler yok ama durduğunuz yer ve yüklenen anlamlar zihinlerde farklı yankılanıyor. Ve değerler her dönem yeniden yeniden anlamlandırılıyor. Irkçılığın sürekli şekil şemail değiştirmesi gibi…
Bizde özellikle cumhuriyet ve demokrasi kavramları çoğu kez birbirinin yerine kullanılır. Halbuki aynı şeyler değiller ama bu karışıklık işimize geldiği ve bazı şeylerin üstünü örtmeye yaradığı için bilmezden geliriz.
Bu nedenle de cumhuriyet taraftarlığı ile karşıtlığı arasında sürekli bocalama halimiz var. İçeriğin önemini nedense hep kaçırıyoruz. İki tarafın algılarının gerçekle bağı çok az.
Osmanlının daha doğrusu Meşruti Monarşinin vermeyip de Cumhuriyetin verdiği ne var mesela?
Bu önemli bir soru ama doğru bir tartışma yapamıyoruz.
Birilerinin padişahlık-halifelik isteği ve arzusu bugün bize ne verebilir?
Son iki yüzyılı bocalamakla geçmiş bir hanedandan yeni bir sinerji doğabilir miydi? Belki de doğ(a)madığı için tarih sayfasındaki yerini aldı.
Bizdeki yanılgı Cumhuriyetin ilanı ile her şeyin sıfırlanarak yeniden başladığını sanmak.
Halbuki öyle bir şey yok. Hanedan tedricen sona erdi önce siyasi iktidarını kaybetti sonra hilafetin lağvedilmesi ile varlığını kaybetti. Bana göre keşke Avrupa’daki pek çok ülkede olduğu gibi sembolik olarak kalabilse idi.
Ama bizim devlet anlayışımız buna müsaade etmediği için hanedan ailesi ülkeden kovuldu. Kalsalardı her an bir şekilde siyasi erkin başına geçmesi istenecek ve sürekli siyasete müdahil olacaklardı. Askerlerin sürekli olduğu gibi.
Yine de benzeri durumların yaşandığı ülkelerden daha makul bir çözüm yolu bulunduğunu kabul etmek lazım. Osmanoğulları’nın sonu da Romanoflar gibi olabilirdi.
İki hanedanın son dönemlerinde yaptıkları reformlar birbirine benziyor. Cumhuriyete geçiş sürecinde hanedanlar isteyerek-zorla yolu açmışlar.
Yanılmıyorsam, Fikret Başkaya’nın tespiti ile 29 Ekim’de değişen tek şey isimlendirmeler oldu bizde. Dünün Osmanlı olan paşaları, askerleri, memurları, vekili artık Cumhuriyet’in paşası, memuru, vekili olmuştu.
Türkiye 29 Ekim 1923’de 28 Ekim’den daha mı demokrat oldu?
Bunca yıllık tedrisatımda bu soruya doğru cevap arayışını hemen hiç görmedim. Bir taraf övgüde sınır tanımazken bir taraf da yermekle meşgul. Halbuki Cumhuriyetin attığı hemen her adımın Osmanlıda bir öncülü var.
Mesela en zekilerimizi bile, Meclisin yaşının Cumhuriyetten fazla olması uyandırmıyor. Cumhuriyet bize seçme-seçilme hakkı verdi diyenler bu topraklarda ilk seçimlerin kökeninin Tanzimat Devrine kadar uzandığının farkında bile değil.
Partilerin varlığının Cumhuriyetten daha eski olduğunu bilmezden geliyoruz. Osmanlının son dönemindeki partilerin çoğunun bugünkü demokratik ortamda(!) kurulması düşünülemez dahi.
1925-45 arası ülkemizde demokratik sayılabilecek siyasal bir sistem ve seçim mekanizması hiç olmamış ama varmış gibi davranıyoruz. Daha önce yazdığım için tekrar yazmayacağım, mebus olduğunu radyodan öğrenen –ileride başvekilde olacak- mebuslarımız oldu bu demokratik ortamda.
Bugün Cumhuriyetle özdeşleştirdiğimiz bazı değerler bize II. Dünya Savaşı sonrasında o hiç sevmediğimiz ABD sayesinde geliverdi. Çok partili hayat, serbest seçimler vs. vs.
Geldi ama içeriğinin ne kadar dolduğu hala tartışmalı.
Yeni açılımın sancıları ile Türkiye kıvranırken, birileri birilerine egemen kimliğin verdiği dokunulmazlıkla “Bizden ne eksiğiniz var, yazın da görelim!” diye üst perdeden sosyal medyada ve tvlerde haykırabilmeleri bile Cumhuriyet’imizin içeriğinin demokrasi ile doldurul(a)madığını göstermeye yeter de artar bile.
Kardeşiz diyerek, dindaşız diyerek farklılıkları sindirmeye ve yok saymaya çalıştığımızı nedense farketmiyoruz. Çünkü birilerinin bizimle aynı olmak zorunda olmadığını fakat aynı hakları talep etme hakları olduğunu kabullenemiyoruz.
Türkiye mehter marşı gibi iki ileri bir geri sürekli tavır değiştirdiği için de birileri kendilerini bu ülkenin asli unsuru olarak göremiyor. İlerlese de gerilese de bir kesim kendisini hep devletin sahibi gördüğü için de diğerlerini umursamıyor.
İsmi bende kalsın bir komşum Alevi Çalıştayları sırasında iktidarın da gazı ile “Siz bizim canımızsınız” diye yere göğe sığdıramazken iktidar süreci akamete uğratınca “Siz zındık, nankörlersiniz” tiradına anında geçivermişti.
“Neyiniz eksik?” diye soruyoruz ya; belki de insanlar sizde olan ama kendilerinde olmayan bu kıvraklığı talep ediyorlardır.