“Vicdanın sesi mi kısıldı?”
Yapraklar, kuşlar, bir de kimsesizler vicdanın sesini kısıp da izlerken düşenleri
Koca koca adalet sarayları başımıza yıkıldı ya…
Kalabalıklar suskunluk sarmalında inceden inceye sancılanırken
Tayfun Kahraman’ın kızını sarıp sarmalamadığı an bağrımız yandı ya…
***
Diyarbakır, Mamak, Ulucanlar’a “buz gibi Silivri” eklenirken
Bir kuru adalete muhtaç olduk da maviden de ıradık ya…
Cezaların yağmur gibi sağlı sollu yağması canımıza battı ya…
Ve yandık, yandık da kaybolduk kör kuyularda, karanlık dehlizlerde ya…
***
Sonu da yolu da belli değil de neyi belli diye ararken
Yalancılardan, yağmacılardan, arsızlardan gariplerin sesi duyulmadı ya…
Hapishanelerin kalın, buz gibi çirkin duvarları gariplere yaren olurken
Olan biten ne var ise, dert oldu şu kanayan yüreklerimize ya…
***
‘El ile gelen düğün bayram’ın ağırlığı Silivri’ye yetiştiğinden beri
Bulanık aktı Kızılırmak ile Dicle… Soma, Hendek, Aladağ, Çorlu hep birden karalar bağladı ya…
‘Zulme boyun eğmeyeceğiz’ feryadı kapanmayan yaralara tuz basarken
Yılgınların, yorgunların, küskünlerin, gariplerin ahı arşa değdi ya…
Ne diyeyim, nasıl edeyim?
***
Şunu da sormak yine şart oldu:
Söyleyin erenler, hukuk nerede? Söyleyin arifler adalet nerede?
Gökteki bulutta mı? Yerin yedi kat altında mı? Kaf Dağı’nın ardında mı?