“Şimdi yıkıcı bir şekilde inovasyon yapmıyorsanız, işiniz bitebilir”
Her yönden krizlerle, travmalarla dolu bir yılı ardımızda bırakmaya hazırlanırken önümüzdeki süreçte neler olabilir sorusunu yazının hemen başına yapıştırmak isterim.
Zira 2020 yılı ile ilgili ne kadar “zarar ziyan” durum varsa, hep beraber yaşadık, bir anlamda hep beraber deneyimledik.
Yüreğimiz de yandı, gözlerimiz de doldu. Sıkı sıkıya sarılamadık sevdiklerimize, çoğu zaman sevgi sözcüklerimiz dudaklarımızda asılı kaldı maalesef… Her şeyden uzak kaldık da denilebilir, biraz da yarım kaldık sanki…
Tam da bu sebeple, geçmişten bir an önce sıyrılma, bu karanlık günleri ardımızda bırakma ve artık nasıl bir gelecek sorusu ile ilgili yorumlar yapma, kalem oynatma vakti geldi de geçiyor belki de… Tabii bunu yaparken ön çalışma olarak, kaleme alınmış makale sayfaları aralandı ya da yapılan analizler, yorumlar da dikkate alındı elbet…
Öncelikle, 2020 yılı çok acı tecrübelerle bizlere her şeyi planlayamayacağımızı öğretti maalesef…
Ve araştırma geliştirmenin, inovasyonun ne kadar önemli olduğunu, bir anlamda başat kavramlar olduğunu bizlere altını çizerek gösterdi.
Aslında bu çarpıcı gerçeği, Singularity Üniversitesi'nin kurucu ortağı Peter Diamandis, şu şekilde ifade ediyor: “Şimdi yıkıcı bir şekilde inovasyon yapmıyorsanız, işiniz bitebilir.”
Bir yandan aşı çalışmalarındaki ülkelerin baş döndürücü rekabeti ve teknolojideki dur durak bilmeyen gelişmeler, diğer yandan da ülkelerin kapanmaları ve ekonomilerin çaresizlik içinde çözüm arayışları... İşin ilginci tüm bunların hepsi de aynı dönemde yaşanıyor. Bir anlamda planlar dâhilinde olmayan, öngörülmeyen ne kadar durum var ise, eş zamanlı olarak deneyimleniyor.
Ne yazık ki, tüm bu gelişmeler yaşanırken, içerde de kavga etmeye, birbirimize laf yetiştirmeye devam ettik maalesef… Sanki “özgürlükler ya da adalet” kavramı daha yeni icat edilmiş gibi her platformda anlatmak durumunda kaldık ya da “ekonominin kuralları” daha henüz ortaya konmuş gibi kuralların ne olduğunun altını çizmeye çalıştık. Biz içerde bu konularla boğuşurken dünya çapında da çok önemli gelişmeler ardı ardına gelmeye devam etti.
***
Koronavirüs salgını ile birlikte, teknoloji, ilaç, tarım ve hayvancılık gibi sektörlerin stratejik bir konuma geldiği ya da bazı sektörlerin (havacılık, turizm sektörü…) olumsuz etkilendiği ortaya çıktı. Bir anlamda salgın ile birlikte, dünya genelinde olumsuzluklar çok daha gün yüzüne çıktı. Diğer taraftan, tüm bu değişimler yaşanırken ülkelerin hâlihazırdaki oyun planlarının ne kadar yetersiz kaldığı gerçeği de ortaya saçıldı.
Gelinen bu noktada, önümüzdeki dönemde, liderlerin ileriye dönük yeni bir yol ve daha temiz bir gezegen için faaliyetleri test edilecek denilebilir. Yaşadığımız bu kargaşa içinde bazı sesler kapitalizmin sınırlarına ulaştığını haykırırken, birçoğu da demokrasinin temellerinin sarsıldığından endişe ediyor. Bir anlamda insanlar zenginliğin aşırı yoğunlaşmasına da kızıyor. Ayrıca, eşitsizliklerin daha da genişleyeceği beklentisi de yaygın bu arada…
Aslında dünya genelinde büyümenin yavaşlamasının temelinde, malların üretimine odaklanan bir üretim ekonomisinden ziyade, verilere ve bilgiye dayalı zenginlik yaratan dijital bir ekonomiye geçiş yatıyor diye belirtiliyor. Bir anlamda konunun tam da can alıcı noktası burasıdır.
Tüm bu gerginlikler ya da basınç da buradan ortaya çıkıyor sanırım… Zira alışkın olduğumuz, rahat ettiğimiz zemin elimizden kayıp gidiyor.
Öte yandan ülkelerin son dönemde karşı karşıya kaldığı durumlara kısaca bakacak olur isek; Avrupa’nın son dönemde Amerika - Çin rekabetinin sıkıntısını kuvvetli bir şekilde hissettiği söylenebilir. Bu noktada, Trump yönetiminin, iklim değişikliğiyle mücadeleyi kapsayan Paris İklim Anlaşması’ndan ve İran nükleer anlaşmasından çekilmesi gibi beklenmedik kararların da etkisiyle, Avrupa ile Amerika arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği yorumları bile yapıldı. Tabii Biden’ın gelmesiyle birlikte karşılıklı olarak derin bir nefes alındı sanırım.
Diğer taraftan bazı makalelerde ise, Japonya’nın da dijital yarışta henüz tam olarak yer almadığı belirtiliyor. Ve böylesine dengesiz bir zeminde Çin’in, yükselen bir güç olma yolunda ilerlediği ifade ediliyor. Ayrıca, Amerika’nın bir taraftan, Trump'ın kaotik ve yıkıcı başkanlığının ardından itibarını yeniden inşa etme ve kendi bölünmelerini iyileştirmek için mücadele ederken, Japonya ve Avrupa'nın küresel düzeni ve serbest ticaret düzenlemelerini desteklemek için devreye girmesinin gerekli olduğu belirtiliyor. Bir anlamda yükselen Çin’e karşı bir denge arayışının olduğu söylenebilir.
Yukarıda belirttiğim tezlerle birlikte, Asya-Pasifik bölgesindeki 15 ülkenin dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşmasına imza atması da bir anda dikkatleri bu bölgeye çekti denilebilir. Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği’nin (Asean) yanı sıra, Avustralya, Çin, Japonya, Yeni Zelanda ve Güney Kore gibi ülkelerin anlaşmaya imza atmaları önemlidir. Ve burada Amerika’nın olmaması da ayrıca dikkat çekicidir. Dolayısıyla, bu süreçte ülkelerin işbirliği arayışı artarak devam edecek görünüyor.
***
Şubat 2020’de Financial Times’daki şu cümle dikkatimi çekmişti:
“Almanya’nın önde gelen 30 şirket değeri toplamı, bir büyük teknoloji firması etmeyebiliyor.” Aslında bu cümle, teknoloji alanında yaşanan çarpıcı değişimi de çok açık bir şekilde ortaya koyuyor.
Ayrıca, Columbia Üniversitesi'nden Prof. Alexis Wichowski, Amerikan teknoloji devlerini “net devletler” olarak tanımlıyor. Hatta bazı durumlarda büyük hükümetlerden bile daha fazla etkiye sahip olabildiklerini ifade ediyor.
Zira salgından önce hâlihazırda güçlü olan Amazon, Apple, Facebook, Google ve Twitter gibi firmaların salgın döneminde daha da güçlendiği gözlemleniyor. Ki sürekli artan piyasa değerleri de tüm herkesin dilinde doğrusu…
Öte yandan, dijital pazarlar geleneksel pazarlara göre farklılık gösteriyor. Kısaca bahsetmek isterim: Öncelikle, dijital dünyanın madeni para birimi “veridir” denilebilir. Teknoloji firmaları, milyonlarca kullanıcının verilerini topladıktan sonra, tamamen yeni pazarlara girebilir ve yerleşik firmaları yerinden edebilir.
Ayrıca, geleneksel firmaların aksine, dijital alandaki firmalar pazar payı için rekabet etmiyor, pazarın kendisi için rekabet ediyor. İlk hareket eden kendisini sağlamlaştırabilir ve daha fazla rekabeti imkânsız hale getirebilir. Bir anlamda Facebook'un Instagram ve WhatsApp'ı satın alarak yaptığı gibi potansiyel rakiplerini yutabilir. Dolayısıyla, geleneksel pazardaki gibi pazara giriş, gelişme olgunluk, gerileme safhaları burada görülemiyor. Birden biri gelip ansızın sizi yutabiliyor.
Tam da bu noktada, çok önemli bir sonuç ortaya çıkıyor. Şöyle ki:
Pazar rekabeti değişiyor. Firmaların pazarlama dili değişiyor dolayısıyla… Dediğim gibi her alanda oyunun kuralı değişiyor. Ve dijital dünyada tekelleşme eğiliminin giderek arttığı gözlemleniyor. Dolayısıyla, gücü elinde tutanlar için bu sonuç; avantajdır, bir o kadar da stratejiktir ve fakat geride kalanlar için tehlike çanlarının çalması anlamına gelmektedir.
Son olarak, şu ana kadar bahsettiğim tüm gelişmeler göz önüne alındığında, dünyamızı önümüzdeki dönemde neler bekliyor?
Şansımız varsa, ekonomiler büyük ölçüde salgından kurtulmuş olacak. Ve fakat daha fazla işsiz olacak ve daha fazla borçlanılmış olacak maalesef… Dünya ekonomisini sürdürmek, barışı korumak ve küresel ortaklıkları yönetmek her zamankinden daha da zor olacak görünüyor. Dolayısıyla, önümüzdeki süreçte hiç olmadığı kadar küresel işbirliğine ihtiyaç duyulacak belki de… Tabii burada popülizmin bu denli artması ve güç çatışmasının da artması küresel işbirliğini zorlayabilir. Bu bağlamda liderlerin yaklaşımları da öncelikli olacaktır bu süreçte... Nitekim Trump'ın yenilgisi dünyaya nefes aldırabilir, ancak zorlukların da çok derin olduğu aşikârdır.