Rusya ve Batı arasında ipler kopuyor mu?
Rusya-Ukrayna savaşı birçok makalede Avrupa’nın 11 Eylül’ü olarak nitelendiriliyor. Açıkçası 2001’deki terör saldırıları yeni bir güvenlik düzenini beraberinde getirdi. Son dönemde Rusya-Ukrayna savaşının etkisiyle güvenlik kavramının yanı sıra “enerji güvenliği” kavramının da merkeze doğru geldiği söylenebilir.
Ayrıca savaşın etkisiyle ortaya saçılan enerji kriziyle ilgili hükümetlerin, zorluklara karşı nasıl hamleler yapacağı konusu, gelecek on yıllar boyunca yeni enerji düzeninin nasıl şekillendirileceğini gösterecek doğrusu…
Diğer taraftan yaşanan bu süreçte, ülkeler ticaret, savunma harcamaları ve askeri ittifaklar dâhil olmak üzere politikalarını her yönüyle yeniden gözden geçirmek durumundalar.
Hiç uzağa gitmeden İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılma isteği de bu açıdan değerlendirebilir.
Ya da NATO’nun genişleme stratejisi de bu zaviyeden okunabilir.
Açıkçası son yapılan G7 ve NATO zirvelerinden de yansıdığı üzere; liderlerin bir arada olma gayreti ya da liderlerin birlik imajını yansıtmak için daha fazla çaba sarf etmeleri de bu yeni düzenin somut göstergesi olarak okunabilir.
Öte yandan bu yeni dönemde, dünya ekonomisi enflasyonla boğuşurken ve salgın tamamen bitmemişken liderlerin genel olarak işinin pek de kolay olmadığı düşüncesindeyim.
***
Rusya-Ukrayna savaşı kaynaklı tahıl kriziyle ilgili olarak; Türkiye’nin mahsur kalan tahılı Ukrayna'dan çıkarmak için gösterdiği gayreti önemlidir.
Zira tahıl krizinin hâlihazırda gıda fiyatlarını artıracağı ve bunun da ülkelerdeki istikrarsızlığı tetikleyebileceği vurgusu yapılıyor.
NATO Zirvesi'nde Rusya'nın 'direkt tehdit' olarak tanımlanmasının ardından, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Rusya ve Batı arasına 'demir perde' indi diye belirtti.
Ki bu söylemle birlikte Rusya ve Ukrayna’yla aynı anda ilişki kurabilen Türkiye’nin bu dengeyi nereye kadar sürdüreceğini şimdiden kestirmek zor doğrusu… Diğer taraftan şu ana kadar gelinen noktanın stratejik olarak önemli olduğu düşüncesindeyim. Özellikle jeopolitik nedenlerle Türkiye'nin işbirliğinin bu süreçte anlamlı olduğu da ortadadır.
Tüm bu gelişmeler sonucunda, tabii ki elde birçok veri olması gerekir ama dışarıdan ilk bakıldığında şu söylenebilir: Rusya ve Ukrayna savaşında her iki ülkeyle de konuşabilen Türkiye’nin ortaya çıkan krizden bir fırsat yarattığı söylenebilir. Ayrıca, her iki ülkeyle de ticari ilişkileri olması sebebiyle bunun bir zorunluluk olduğu da görünüyor. Bu süreçte birçok tehdit olmasına rağmen açıkçası stratejiler iyi kurgulanırsa Türkiye’nin ağırlığı daha da artabilir.
Diğer taraftan Rusya ve diğer Avrupa ülkeleri Türkiye için önemli ihracat pazarlarıdır. Savaş nedeniyle bu ülkelerde oluşabilecek düşük ekonomik büyüme muhtemelen hâlihazırdaki ekonomimizdeki kötü gidişata daha da zarar verebilir. Bu da böylesi önemli bir süreçte bizim en zayıf noktamız olarak belirtilebilir.
***
Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte, güvenlikçi anlayışın da gittikçe zemin kazandığı görünüyor. Ticaretin kurallarının pamuk ipliğine bağlı olduğu, ulusal güvenlik adına ne istersem yapabileceğim gibi bir söylemin de güçlenebileceği bir dönemdeyiz.
Bazı makalelerde yeni bir dünya düzensizliği olarak belirtiliyor bu dönem…
O zaman şunu soralım: Böyle bir dünyada pamuk ipliğine bağlı bir ticaret düzeni nasıl sürdürülebilir?
Cevap: Büyük güçlükle…
Açıkçası içinde bulunduğumuz dönem bünyesinde büyük zorlukları barındırıyor.
Örneğin savaş sebebiyle Avrupa’ya gaz akışının sekteye uğramasına ülkeler ne kadar dayanabilir?
Öte yandan doğalgaz ve petrol konusunda ülkelerin yeni çözüm arayışları peşinde olduğu da söylenebilir. Zira kömürle çalışan elektrik santralleri de yeniden gündemde. Burada soru şudur: Bu çözüm arayışları ne kadar etkili olacak?
Ayrıca, bazı makalelerde içinde bulunduğumuz dönemde dünya ticaretinin bölgeselleşmesi konusu tartışılıyor. Savaş sebebiyle alınan yaptırım kararları ya da önümüzdeki dönemde tehdit görülebilecek ülkelerle yapılan ticaretin en düşük seviyeye inmesi gibi…
Tam da bu noktada, Rusya'nın 'direkt tehdit' olarak tanımlanmasının ardından Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un “Şunu söyleyebilirim ki bundan sonra ne Amerikalılara ne de AB'ye güveneceğiz. Kritik sektörlerde onlara bağımlı kalmamak için gereken her şeyi yapacağız” diye belirtmesi de bölgeselleşmeye somut bir örnek olarak gösterilebilir. Tüm bu gelişmeler ticaretteki belirsizliğin ve maliyetlerin de artmasına neden olabilir.
Dolayısıyla, güvenlik endişelerinin arttığı ve pandeminin tam olarak sonlanmadığı böylesi bir dönemde dünya ticaretindeki engeller nasıl giderilecek? Ya da ortaya çıkan bu engeller nelere yol açacak?
Hiç şüphesiz önümüzdeki süreçte masada cevaplanması gereken birçok soru bizi bekliyor olacak. Ki bu gelişmelerin ülkelere nasıl yansıyacağı şu an tam olarak bilinmiyor. Açıkçası belirsizlik kavramının daha da güçlendiği bir dönemdeyiz.
Öte yandan klasik bir söylem ama yine de belirteyim…
Kriz dönemleri yeni fırsatları da beraberinde getirebiliyor. Burada yeni fırsatlara ulaşmanın yolu elbette hamaset değil… Stratejik bir bakış açısına ihtiyaç var. Belli ki şu an çok önemli bir dönemeçteyiz.
Keşke bu süreçte olayları tüm faktörleriyle ele alan, analiz eden kişileri daha çok görsek, duysak…
Zira boş boş konuşanlardan yıldık!