Meseleler biriktikçe birikiyor

Bir gece yarısı Resmî Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanı kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekildik. Ve yaklaşık 3 haftadır İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme konusu hararetli bir şekilde tartışıldı, yorumlandı, yazıldı, çizildi.

Ve fakat ülke gündemi o kadar yoğun ki… Ardı ardına gelen haberler o kadar ağır tonajlı ki İstanbul Sözleşmesi ile ilgili o yoğun tartışmalar gittikçe cılızlaştı, azaldı ve hemen hemen bitti gibi…

İşte tam da bu gündem yoğunluğunda İstanbul Sözleşmesi ve diğer gelişmeler üzerine kalem oynatmak isterim.

İstanbul Sözleşmesi’nin çıkış noktası acılarla bezenmiş bir kadının hikâyesi olarak belirtilebilir. Bu hikâye Diyarbakırlı Nahide Opuz’un hikâyesidir. Zira ülkemizde nice Nahidelerin de olduğu bir hakikat maalesef…

1995 yılında evlenen Nahide ardı ardına uğradığı şiddet sebebiyle tam 36 kez eşini polise şikâyet etti, ama nafile… Bir sonuç alamadı. Eşinden boşanmak istedi, o da olmadı. Tüm çabaları boşa gitti. Ve maalesef, bu yürek yakan hikâyede kızını yaşadığı azaptan kurtarmak isteyen Nahide’nin annesi, kızının eşi tarafından öldürüldü. Dolayısıyla bu vahşet hikâyesi de uzun süre yargının konusu oldu ve dosya AİHM’e geldi. AİHM’in Nahide Opuz kararıyla birlikte, ilk kez kadına yönelik şiddet, ayrı bir şiddet türü olarak ele alındı ve kadınların sadece kadın oldukları için bu şiddete maruz kaldıkları ifade edildi.

Tüm bu yaşananlar sonrasında “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” ya da diğer adıyla İstanbul Sözleşmesi Mayıs 2011’de imzalandı, 2012’de onaylandı ve 2014’de yürürlüğe girdi. Ve bu kadar yıl sözleşmeyle ilgili herhangi bir tartışmada olmadı bildiğim kadarıyla… Zira gece yarısı çekilme kararı sonrasında tartışmalar hız kazandı denilebilir.

Gelinen bu noktada, biz bu sözleşmeden çekildik ama bundan sonra ne olacak sorusunun cevabı da tam net değil doğrusu… Hemen ortada cevaplanmayı bekleyen o kadar çok soru var ki… Ayrıca tartışmaların alevlenmesiyle birlikte, bu sözleşme yerine Ankara Sözleşmesi’nin hazırlandığı ifade edildi. Gördüğüm kadarıyla bu konuyla ilgili hem bir belirsizlik hâkim, hem de birçok kimsede eksik bilgiler söz konusu… Şu ana kadarki tartışmalara bakınca da bu görünüyor açıkçası... Ki bu dönemde, maalesef birçok konuda belirsizliğin devam ettiği de ortada…

Öte yandan tüm bu tartışmalar devam ederken, DEVA Partisi Kadın Politikaları Başkanı Elif Esen’in İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili basın mensuplarına yönelik organize ettiği bir toplantıya katıldım. Toplantıda Elif Hanım, sözleşmenin hikâyesini detaylı bir şekilde anlattı. Kadınlara şiddetin önlenmesini öngören İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının iptali için Danıştay'a başvurduklarını açıkladı. Ve sözleşmenin iptal edilmesine karşı imza kampanyası başlattıklarını da belirtti. Ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisi, İyi Parti ve Gelecek Partisi de bu kararın iptali için Danıştay’a başvurdu.

Gelin görün ki, İstanbul Sözleşmesi gibi birçok konudaki tartışmalar saman alevi gibi birden parlıyor ve hemen sönüyor. Ve gelsin diğer tartışma konuları… Bu hengâmede bizlerde bir o yana bir bu yana yalpalayıp duruyoruz. Ve maalesef “yok senin dediğin doğru, yok onun dediği doğru…” cümleleri dillerde dolanıp duruyor. Sadece o kadar…

Oysaki salgın ve ekonomi başta olmak üzere konuşmamız gereken ve çözüm bekleyen o kadar çok meselemiz var ki… Ve maalesef bu meseleler biriktikçe birikiyor.

ÇOK MU ZOR?

İstanbul Sözleşmesi’nden çıktık da ne oldu şimdi? Bitti gitti mi? Sorunlar sona mı erdi? Dövülen, taciz edilen kadınlarımız ne olacak? Her an şiddete uğrama korkusu içinde kıvranan kadınlarımız ne yapacak? Asıl bu diyardan göçüp giden canlarımız, kadınlarımız bizi affedecek mi?

*

Kanal İstanbul yapılınca, çevremiz elimizden gidince İstanbul bizi affedecek mi?

Asıl gençlerimizin biçare halleri ne olacak? Umutları kararan, iş bulamayan gençlerimiz… Kahırları bitecek mi gençlerimizin?

Zorda olan esnafımız, çiftçimiz ne yapacak? Nasıl geçinecek?

Vaka sayılarının bu denli artışı nasıl izah edilecek? Ki yerli aşının henüz üretilmemiş olması da içimizi bu denli yakarken…

Adalete, özgürlüğe susayan bu mühürlü dudaklar ne zaman konuşacak?

Yine yeniden cevabı olmayan sorular…

Ve tek yapabildiğim tüm bu çaresizlikler, haksızlıklar karşısında isyanımı kelimelere dökmek, işte o kadar… Benimkisi Dicle’den, Kaçkar’dan, Ağrı Dağı’ndan medet ummak belki de…

***

Ey Kızılırmak, Dicle ve Fırat

Hissedin sicim gibi akan gözyaşlarımızı, duyun yüreğimizin çağlamasını

Siz de bizden vazgeçmeyin, bırakmayın bizi bir başımıza bu kıraç ellerde

Gayri bitsin bu kara havadisler, sona ersin bu haksızlıklar diyesim geliyor

*

Ey Ağrı, Cilo ve Kaçkar Dağları

Yetişin yalnızlığımıza, çare olun bin bir dertlerimize

Siz de alıp başınızı gitmeyin ta doruklara, unutmayın bizi bu dipsiz kuyularda

Gayri bitsin bu zulüm, sona ersin bu kara yas diyesim geliyor

*

Ey ay, yıldızlar, bulutlar

Duyun hüznümüzü, görün bu kara kaderimizi

Siz de bizi terk etmeyin, bırakmayın bizi bu karanlık dehlizlerde

Gayri bitsin bu haykırış, sona ersin bu ıstırap diyesim geliyor

*

Çok mu zor?

YORUMLAR (12)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
12 Yorum