Kürt seçmen, Erdoğan?
Seçime adım adım yaklaşırken muhalefetin cumhurbaşkanı aday tartışması da tüm hızıyla devam ediyor. Neredeyse birçok platformda sorulan tek bir soru var. “Aday kim olacak?”
Bu sorunun akabinde de senaryolar ardı sıra sıralanıyor. Şu aday olursa şöyle, bu aday olursa da böyle zorluklar var deniyor.
Ama…
Kıyısından, yanından, yöresinden konuşulsa da… Bir konu var ki, asıl kilidi açacak. Bir anlamda seçimin gidişatını etkileyecek ‘Kürt seçmen ne düşünüyor? sorusu tam olarak cevaplanmış değil doğrusu…
***
Önceki yazılarımda Kürt seçmenin ne düşündüğüne dair birkaç örnek belirtmiştim.
Özellikle İstanbul, Ankara ve Siirt, Diyarbakır’da görüştüğüm Kürt kardeşlerimizin en çok şikâyet ettiği konu elbette ekonomi. Sonrasında da başta ayrımcılık olmak üzere diğer sorunlar bir bir sıralanıyor.
Gençler iş istiyor, şehirlerine daha çok yatırım istiyor, teknolojiyi konuşmak istiyor... Öte yandan gençlerde sürekli aynı konuların konuşulmasından ve sorunlara çözüm üretilmemesinden dolayı bir bıkkınlık gözlemledim.
Ve çoğunlukla Demirtaş’ın kendi ifadeleriyle “yapıcı siyaseti” olumlu karşılanıyor.
Çatışma, şiddet gibi kavramlara karşı ciddi bir alerji gözlemledim. Çatışma yerine meselelerin siyaset zemininde çözümlenmesi talep ediliyor.
Ve konu dönüp dolaşıp Kürt meselesine geliyor.
Özellikle 90’lı yıllarda yaşananlardan örnekler veriliyor. Aslında bu örnekler konuşulurken yaşanan sıkıntılar da gün yüzüne çıkıyor. Yaraların hala geçmediği de görülüyor.
Tam da bu noktada, Diyarbakırlı bir ablamızın söylediklerine dikkatinizi çekmek isterim…
2 ay önce Diyarbakır’dan dönerken bir ablamızla sohbete başladık. Ve konu seçimlere geldi. Sordum, kime oy vereceksiniz diye…
Ablamız ‘kendimize vereceğiz’ dedi. Kendimize derken neyi kastediyorsunuz diye tekrar sordum. HDP’ye diye cevap verdi.
Şimdi ablamızın ‘kendimize vereceğiz’ cümlesi ilk bakışta çok sıradan bir cümle gibi gelebilir. Ama ‘kendimize vereceğiz’ cümlesinin altında yatan dinamikleri düşününce ne denli önemli bir cevap olduğu söylenebilir. Ki sahadaki görüşmelerde buna benzer cevapları çok duyduğumu belirtmek isterim.
Bazılarımız için siyaset işte… Ya da seçimde oyu vereceğiz işte gibi belirtilen basit cümleler burada birden ‘kendimize vereceğiz’ diye karşımıza çıkıyor.
Bu da şunu gösteriyor; partisine sadakati en fazla seçmen kümesi HDP’de denilebilir. Ve sadakatin yüksek olması hasebiyle başka bir partiye seçmenin geçmesi pek de kolay olmuyor. Bir anlamda seçmenin ortaya çıkabilecek olumsuzluklara rağmen partisiyle ilgili olumlu tutumu devam edebiliyor. Diğer taraftan seçmenin partisiyle ilgili olumlu tutumu 2015’deki Hendek olayları gibi ciddi süreçlerin ortaya çıkmasıyla olumsuza dönebiliyor.
Yüksek sadakatin altında yatan dinamiklerin kapağını biraz kaldırdığımızda birçok faktör karşımıza çıkıyor. En çok dikkatimi çeken de duygularla ilgili olan diyebilirim. Bu noktada, yakın geçmişe bakacak olursak; açılım sürecinin olumsuz sonuçlanması, bölgesel ve hatta küresel dinamiklerin de değişime uğramasıyla birlikte güvenlikçi söylemin daha belirginleşmesi ve buna dair olayların neşet etmesiyle birlikte duygusal bir kırılmanın yaşandığı söylenebilir.
Aslında tüm bu yaşananlar ‘kendimize vereceğiz’ cümlesinin altını da dolduruyor belki de…
Buradan hareketle;
Gittikçe sadakatin arttığı, güçlendiği böylesi bir süreçte HDP’den başka bir partiye ya da partilere oy geçişkenliğinin pek de kolay olmadığı söylenebilir.
***
Şimdi İstanbul’da görüştüğüm Ağrılı bir kardeşimizin söylediklerine bakalım…
“Ağrılıyım, 4 çocuğum var. Aldığım maaş masraflarımıza yetmiyor. Kirayı ödesem, mutfak masraflarına yetişemiyorum. Faturaları ödesem çocukların giderlerine yetişemiyorum. Şaştık kaldık, oradan oraya çırpınıp duruyorum.
Şu ana kadar oyumu hep AK Parti’ye verdim. Ama artık yaşadığım zorluklardan dolayı AK Parti bitti benim için. Tam kararımı vermedim, ama son dönemde Gelecek ve DEVA Partisi’nin söylediklerine bakıyorum, izliyorum.
Biz kardeşiz, en başta din kardeşiyiz. Evet, zamanında sıkıntılar yaşanmış, acılar çekilmiş. Ama artık şiddet istemiyoruz, huzurlu bir şekilde, kardeşçe yaşamak istiyoruz.”
***
Derinlemesine araştırılması gerekiyor elbette ama genel eğilimlere bakıldığında şu söylenebilir. Hayat şartlarının zorlaşması ve güvenlikçi yaklaşımın daha çok hissedilmesiyle birlikte muhafazakâr Kürt seçmenin yeni arayışlara girdiği ve bu noktada Gelecek ve DEVA Partisi’nin söylemlerine dikkat kesildiği belirtilebilir.
***
15 Ekim’de yazdığım yazıda kısaca şunları belirtmiştim:
“Son dönemde AK Parti paket üstüne paket açıyor, açıkçası pansuman tedavisi yapılıyor ve her an yeni bir yerden kanamanın başlaması da an meselesi…
Bunu neden söylüyorum?
Son yapılan ataklarla rüzgâr AK Parti’nin tarafında hafif bir meltem estiriyor gibi olabilir, ama bunun kalıcı olacağını düşünmüyorum. Sahadaki eğilim de bunu gösteriyor doğrusu…”
Açıkçası pansuman tedavisi ne kadar yapılsa da olumsuzlukları kapatmaya yetmiyor. Her an yeni bir yerden kanama başlayabiliyor. Zor bir dönemden geçiyoruz. Ekonominin hali ortada… Dolayısıyla, böylesi zor bir dönemde seçmeni bir arada tutmak öyle kolay değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi tecrübeli bir lider bu olanları son dönemde iyi analiz ettiği için seçim kampanyasını erken başlattı denilebilir. Bazıları kampanyanın bu kadar erken başlamasının pek de uygun olmadığını belirtiyor. Ki bu yoruma katılmıyorum. Görünen o ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan seçime kadar kampanyanın etkisini artırarak devam edecek...
Şunu da belirtmek isterim:
Genel olarak sahadaki eğilimlere bakıldığında… Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AK Parti’den uzaklaşan seçmenin, özellikle de Kürt seçmenin gönlünü tekrar kazanması zor görünüyor sanki…
Burada soru şudur: Sahayı iyi okuyan, stratejilerini özellikle sahadan gelen verilere göre oluşturan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu olumsuz rüzgârı terse çevirmek için atacağı adımlar neler olacak?