İşte geldim işte gittim
Koronavirüsün dünya geneline yayılmasıyla birlikte birçok alanda değişimler gözlemleniyor.
Bu bağlamda, tüketici davranışındaki değişimler ile birlikte sosyal medya kullanımında da değişimler yaşanıyor.
Evde kalmanın doğal bir sonucu olarak sosyal medyaya olan ilgi daha da arttı doğrusu…
Son dönem yayımlanan çoğu makalede koronavirüs salgını sonrasında Amerika’da sosyal medya kullanımının arttığı ifade ediliyor. En çok da Instagram ve YouTube’da artışın olduğu belirtiliyor. Ayrıca, salgın ile birlikte sosyal medyada daha çok bilim, haber, iş dünyası ve sağlık gibi konulara ilginin yöneldiği özellikle vurgulanıyor.
Öte yandan NG araştırma firması, koronavirüs günlerinde sosyal medya kullanım alışkanlıklarını ortaya koyan bir araştırma gerçekleştirdi. 17-21 Nisan tarihleri arasında, 15 yaş üzeri 2 bin 75 kişinin katılımıyla Türkiye genelinde yapılan araştırmanın sonuçlarında ilk göze çarpan, her 20 kişiden 19’unun sosyal medya kullanıyor olması…
Ayrıca, katılımcıların en sık kullandığı sosyal medya kanalı olarak, yüzde 58’lik oranıyla Instagram birinci sırada, YouTube ise yüzde 18’lik oranıyla 2’inci sırada tercih ediliyor. Ardından da Facebook ve Twitter geliyor.
Araştırmaya göre katılımcıların sosyal medya kullanmalarının ana nedenlerine bakıldığında, yüzde 24’ü boş zamanını değerlendirmek, yüzde 22’si eğlenmek, yüzde 18’i yeni şeyler öğrenmek, yüzde 14’ü ise tanıdıklarıyla iletişimde kalmak için sosyal medya kullandığını ifade ediyor. Ayrıca, yüzde 8’lik bir kesim ise son günlerde koronavirüs salgınına dair bilgi edinmek amacıyla sosyal medyayı kullandığını belirtiyor.
Anlaşılan o ki, sosyal izolasyon süresi uzadıkça, iletişim ve sosyalleşme için sosyal medya kullanımının arttığı ortaya çıkıyor. Ayrıca, kullanıcılar bu süreçte ihtiyaçları olan bilgiye ulaşmak amacıyla, sosyal medya platformlarında çok daha fazla zaman geçiriyor. Bu noktada, geleneksel medya eski çekiciliğini kaybediyor denilebilir.
Son olarak, Internet World Stats, 2019 verilerine göre, ülkemiz internet kullanıcısı sıralamasında, “Avrupa’da 3. sırada, dünyada ise 13. sırada” yer aldığı bilgisini de ayrıca belirtmek isterim.
Buradan hareketle, asıl konumuza gelecek olur isek:
Artık sosyal medya diye bir gerçeklik var! Zira istenilen bilgiye insanlar bir o kadar da yakın…
Dolayısıyla “ana akım medyanın” herhangi bir haberi görmemesi ya da herhangi bir siyasi liderin açıklamasını görmemesi akıntıya karşı gelmeden başka nedir?
İstanbul’un tarihi çeşmelerinin restore edildiği haberinde; haberin öznesinin yani İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin belirtilmemesi akıntıya karşı gelmeden başka nedir?
Son dönemde özellikle yeni kurulan Gelecek Partisi ve Deva Partisi ile ilgili haberlerin ya da muhalefet partileriyle ilgili çoğu haberin bazı ana akım medya kanallarında görülmemesi akıntıya karşı gelmeden başka nedir?
Zira ana akım medya çoğu haberi görmedikçe, milyonlar sosyal medya platformlarında bu haberleri daha çok izliyor, okuyor, paylaşıyor ve yorumluyor…
Böyle giderse bir bakmışız ana akım medyanın ismi, “ana akım sosyal medya” olmuş…
***
Bayramı hepimiz gibi evde biraz mahzun biraz özlemle geçirirken, Türkiye’nin kültür hazineleri sahnesinde “Evde Bayram Konserleri” kapsamında Safranbolu'da Kubat - Vazgeçilmeyen Türküler konserinin sonuna yetiştim.
Ve tam da o an “Bozlak ustası” ve "Bozkırın Tezenesi" olarak ünü dünyaya yayılan saz ve söz ustası Neşet Ertaş söylüyordu:
“Bir bakışta yaktın beni / Derdinen bıraktın beni
Yaktın beni yaktın beni / Yanıyorum yanıyorum yanıyorum hele
Mail oldum gonca güle / Acem şalı ince bele”
Bu sözleri duyunca, Anadolu’nun tüm zenginliği gözümde canlandı birden… Her ne kadar farklı yerlerde, farklı anlarda olsak da “kolektif hafıza” canlanmıştı ansızın…
Bir Ankaralı olarak bozkırın kıraç topraklarının sesi Neşet Ertaş’ın türküsünde tüm kolektif hafızam ortaya çıkmıştı doğrusu…
Ve ardı ardına sorular geldi, geldi…
“Farklı düşünsek de farklı yerler de olsak da hepimiz de aynı havayı solumuyor muyduk, aynı yıldızlara bakıp hayaller kurmuyor muyduk?”
“Farklı cümleler kullansak da hepimizin yüreği “Ah Yalan Dünya”’yı dinlerken aynı anda titremiyor muydu?”
“Hep sen mi ağladın, hep sen mi yandın? / Ben de gülemedim; yalan dünyada
Sen beni gönlümce mutlu mu sandın? / Ömrümü boş yere çalan dünyada
Ah, yalan dünyada, yalan dünyada / Yalandan yüzüme gülen dünyada…”
Ustanın da ifade ettiği üzere, yağışları az, bağlık bahçelik ve daha ziyade koyun yetiştirmeye ve buğday ekimine elverişli bir araziye sahiptir Kırşehir… Tabii bu söylemi tüm Orta Anadolu içinde söyleyebiliriz sanırım... Gerçi bu işlerle uğraşanların çoğu şehirlere göç etti, bu da ayrı bir yazı konusu tabii…
İşte Kubat’ın söylediği Neşet Ertaş türküsünden nerelere gelmiştim…
Bir ozanın dilinden çözülen nağmeler beni nerelere getirmişti…
Demem o ki, ne zenginliklerle dolu bu topraklar…
Nice ozanların yaşadığı, bozlakların yakıldığı, nice türkülerin, manilerin söylendiği Anadolu…
Demem o ki, bu topraklar hep birlikte güzel, hepimizin farklılıklarıyla dolu dolu…
Zira farklı da olalım zaten… İşte o zaman daha zengin oluruz, daha biz oluruz…
Son olarak, Neşet Ertaş’ın babası Muharrem Ertaş’ın mezar taşında yazan şu sözleri hatırlamadan olmaz sanırım…
“İşte geldim işte gittim / Güz çiçeği gibi bittim
Yalan dünyada ne iş tuttum / Ömrüceğim geçti gitti.”
Tam da bu noktada, “Bir gün hepimizin ömrüceği geçip gidecek de nasıl gidecek?”
Sanırım üzerinde düşünmemiz gereken soru budur!
“Kavgayla mı, nefret diliyle mi yoksa bu toprakların özünde olan birleştirici dille mi geçecek?”
Hepimizin geçmiş bayramı kutlu olsun…