Birkaç gündür Üsküdar, Beşiktaş, Sancaktepe, Fatih gibi birçok semtte; çarşıda, pazarda, metroda, Marmaray’da, vapurda İstanbullulara sorular sordum, uzun uzun cevaplarını dinledim.
Hiç şüphesiz kalabalıkların ortak konusu ‘hayat pahalılığı’. En çok şikâyet edilen meseleler arasında Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin en alt bölümünde yer alan gıda, barınma gibi konular yer alıyor. Bir anlamda büyük bir çoğunluğun kendini gerçekleştirme aşamasında sıkışıp kaldığı görünüyor. Yalnız bu durum büyük bir sıkıntıya da işaret ediyor. Şöyle ki; ancak fizyolojik ihtiyaçlar karşılandıktan sonraki süreçte bireyler verimli olabilir, üretken olabilir ya da yaratıcı olabilir. Bu aşamalara gelmek için de öncelikle alt basamaklardan kurtulmak gerekiyor. Açıkçası bu tablo ne denli geride kaldığımızı da tokat gibi suratımıza çarpıyor.
Zira hayaller başka bir bahara kalmış. Uzak hedeflerden bahseden yok neredeyse. Vizyon unutulmuş.
Böyle bir tabloda kalkınma, ilerleme nasıl olacak? Kısır tartışmalarda boğulmamız tam da bu yüzden. Her alanda her koldan birbirine laf yetiştirme yarışı izliyoruz. Birbirini dinleme, stratejik düşünme gibi kavramlar yok neredeyse.
En önemlisi neşe yad ellere gitmiş. Yüzler hep asık…
Örneğin metroda birkaç liseli gencimiz gülerken bir amcamız yeter artık dercesine ters ters bakıp, cık cık sesler çıkarmaya başladı. Ardından birkaç kişiden daha cık cık sesleri yükseldi. Nasıl olur da gençlerimiz güler? Oysaki gençlerimiz kendi halinde, kimseyi rahatsız etmeden gülüyordu.
Açıkçası koşullar öyle zorluyor ki biraz farklı olan rahatsız edebiliyor, anında göze batabiliyor. Bir anlamda kolektif olarak bir düşüş halinde gibiyiz. Birbirimizi aşağı çekiyoruz. Çıtayı yukarıya çıkarmaya çalışan da hemen düşürülüyor.
Ayrıca şikâyetler sadece ekonomiden ibaret değil. Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, demokrasi, kuvvetler ayrılığı gibi kavramların gücünü daha da kaybetmesi kalabalıkları özellikle endişelendiriyor.
Maalesef durum pek iç açıcı değil. Orada burada üsten üsten konuşanların, şöyle uçuyoruz, böyle kaçıyoruz diyenlerin sahaya inmelerini tavsiye ediyorum.
******
Sahada özellikle Yeniden Refah Partisi’nin çalışmaları, teşkilatının çalışkanlığı dikkatimi çekti. Şimdiye kadar AK Parti dışında muhafazakâr seçmene tam olarak sesini, mesajlarını duyuran bir parti çıkmadı.
Böylesi konforlu bir ortamda Cumhurbaşkanı Erdoğan CEHAPE zihniyeti diye başlayıp eleştirilerini gümbür gümbür sıralıyordu. Buna karşılık CHP’den gelen cevaplarda seçmen üzerinde pek etkili olmuyordu. Zira CHP’den gelen sesleri özellikle orta yaş ve üzeri muhafazakâr seçmen duymuyor. Yalnız gençler de durum biraz farklı. İmamoğlu’nun gayreti, farklı duruşu muhafazakâr genç seçmen tarafından görülüyor, fark ediliyor.
Bir gencimiz ‘Biz Karadenizliyiz, annem, babam her zamanki gibi AK Parti’ye oy verecek. Yalnız ben İmamoğlu’na vereceğim. İmamoğlu’nu kendime daha yakın hissediyorum. Bir de başarılı buluyorum’ diye belirtti.
Öte yandan genel olarak genç seçmen nezdinde İmamoğlu’nun ‘marka imajı’ yani İmamoğlu’yla ilgili seçmenin mevcut algısı olumlu.
Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB)’den burs alan, İBB’nin öğrenci yurdunda kalan gençlerimiz memnun. Ya da üniversite öğrencileri İBB’nin restoranlarından indirimli yemek yemekten memnun. Diğer taraftan genel olarak Kent lokantaları hem kalite hem de fiyat performansı açısından başarılı bulunuyor.
Şimdi bu gibi destekler bazı AK Partili yetkililere küçük gelebilir. Ve fakat kalabalıklar çoğunlukla Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin en alt bölümünde yer aldığı için bu gibi desteklerin anlamı seçmen nezdinde çok önemli, çok anlamlı.
Açıkçası bir dönem damdan düşenlerin bu vaziyeti görüp gerekli önlemleri almaması da ayrıca dikkat çekici.
Yeniden Refah Partisi konusuna tekrar dönecek olursak;
Bir önceki seçimde Yeniden Refah Partisi’nin Cumhur İttifakı’nda yani kazanan tarafta yer alması parti için stratejik bir kazanımdır. Bir anlamda bulunduğu alanda yerini sağlamlaştırdı, önemli bir avantaj elde etti. Bunun üzerine de özellikle teşkilatlanmadaki gayretiyle de belli yerlerde sahaya nüfuz etmeye başladı. İşte bu noktadan sonra birçok konudan şikâyetçi olan muhafazakâr seçmen AK Parti’den başka ilk defa bir partinin mesajlarını duymaya başladı. Burada Erbakan’ın keskin muhalefetinin de etkili olduğunu belirtmeden olmaz sanırım.
Yalnız şu konunun özellikle altını çizmek isterim. Erbakan’ın belirttiği mesajların aynısını Özgür Özel belirtmiş olsa muhafazakâr seçmen nezdinde aynı etki görülmez. Dolayısıyla Yeniden Refah Partisi’nin AK Parti’nin direkt rakibi konumuna yükseldiğini söyleyebilirim.
Sahada da gördüğüm ilk defa bir partinin söylemleri AK Partili seçmen nezdinde karşılık buluyor.
Dolayısıyla bu durumun Murat Kurum’a zarar vereceği muhakkak. Açıkçası burada çağrışım, farkındalık, algılanan kalite aşamaları çoktan geçilmiş. Sadakat aşamasına gelinmiş, yani oy verme aşamasına çoktan gelinmiş. Bir anlamda karşı adımlar atılmaz ise AK Parti’nin altının yavaş yavaş boşalması sürecine gelinmiş.
Özetle Yeniden Refah Partisi’nin yükselişi Murat Kurum için olumsuz bir sonuç üretecek olsa da bu durum bir taraftan da Ekrem İmamoğlu için bir avantaj olarak belirtilebilir.
Kapsamı yerel seçimlerden biraz daha genele taşıdığımızda AK Parti’nin ilk defa karşı karşıya kaldığı bazı risklerden bahsedilebilir. Örneğin muhafazakâr seçmen sadece Erdoğan’ın mesajlarına dikkat kesilir, başka bir tarafa bakmaz önermesinin yavaş yavaş kırıldığını söyleyebilirim. Açıkçası bu durumu Erbakan’ın ne kadar başarabileceğini izleyeceğiz. Diğer taraftan muhafazakâr gençlerin İmamoğlu’nun mesajlarına dikkat kesilmesi de ayrıca önemli. Dolayısıyla 31 Mart yerel seçim sonuçları yerel seçimlerden çok daha fazla anlam ihtiva ediyor. Buradaki bir başarı birçok kapıyı da beraberinde açabilir.
Sahayla ilgili yazmaya devam edeceğim…
