Erdoğan, İmamoğlu, AK Parti?
Son dönemde özellikle muhalefet tarafında birçok kör duygunun birbirine karışmasıyla birlikte büyük bir stres yükü oluştu. Ve Altılı Masa tecrübesiyle de bu olumsuz duygular zirve yaptı. O yüzden yerel seçim sonuçlarını genel olarak olumlu karşıladığımı belirtmek isterim. Ki böylesi otoriter bir iklimde bu sonuçların muhalefete derin bir nefes aldırdığı muhakkak.
Dünden beri kim kaybetti kim kazandı üzerine yorumlar yapılıyor. Ve kimlerin seçim sonuçlarıyla ilgili yanıldığı üzerine konuşuluyor.
Açıkçası İstanbul yarışının çok çekişmeli geçeceğini ve rüzgârın İmamoğlu tarafında olmasına rağmen büyük farklar beklemediğimi belirttim. Bu noktada Selahattin Demirtaş’tan Meral Danış’a destek mektubu gelmesi durumunda Kürt seçmenin Danış’a daha çok oy vereceği düşüncesindeydim. Mektubun gelmemesi durumunda ise Danış’ın oyunun düşük olacağı belliydi. Zira sahada eğilim çoğunlukla İmamoğlu’ndan yanaydı. Bu durumu ancak Demirtaş değiştirebilirdi, yalnız mektup gelmedi. Öte yandan mektup gelse bile aradaki fark yine yüksek. Açıkçası sadece İmamoğlu’na değil CHP’ye yönelen oy oranlarının da yüksek olduğu görünüyor. Dolaysıyla genel olarak CHP’nin başarısını tebrik ediyorum, bir taraftan da bu oyların bir bölümünün de tepki oyları olduğu aşikâr.
Öte yandan AK Parti’yle ilgili yanılmadığımı vurgulamak isterim. Gerçi bunu tahmin etmek çok da zor değildi. Sabahtan akşama hepimizin konuştuğu konular.
En son yazımda AK Parti’yle ilgili şunları belirttim:
“AK Parti, lider parti. Attığı adımlarla yıllarca ülke siyasetini şekillendirdi, kitleler ardından aktı. Ama şimdi böyle mi? Bence değil.
Ekonomi başta olmak üzere birçok konuda kalabalıkların acısı katlanarak artıyor. En temel ihtiyaçlara zar zor ulaşılıyor. Ve zaman geçtikçe umutlar tükeniyor. Bir taraftan da dillerde hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, hukuk ve adalet… Kalabalıklar hukuk ve adalet geçen her cümleye dikkat kesiliyor. Ama ne çare? Bu alanda da büyük bir umutsuzluk hâkim. Tüm bunlara medyanın içler acısı hali de tuz biber olarak çarpan etkisi yapıyor.
Dolayısıyla birçok alanda meseleler biriktikçe birikiyor. Gördüğüm asıl sıkıntı da AK Parti’nin çözüm üretme, politika üretme konusunda kaslarının hayli zayıflamış olması. Bunun altında yatan birçok sebep var elbette. Keyfilikten tutun da daha merkezi bir yapının oluşması, kalabalıkların sesine kulak verilmemesi, yozlaşma gibi birçok etkenden bahsedilebilir.”
AK Parti ağır seçim yenilgisi sonrasında illaki kendi muhasebesini yapacaktır. Açıkçası bu yenilginin bir arka planı var. 2015’den bu yana oyları adım adım düşen AK Parti’nin özellikle seçim dönemlerinde sorunlara pansuman yaparak geçici çözümler ürettiği söylenebilir. Bir anlamda sorunlar halının altına itildi. Bu sorunların en başında hukuk ve adalet meselesi geliyor. En başta ekonomi gibi görünse de tüm sorunların kökünde hukuk ve adalet geliyor doğrusu. Yeni hükümet sistemiyle birlikte bu alandaki kriz daha da derinleşti. Keyfilik, daha merkezi bir yapının oluşması bu sorunlara çarpan etkisi oluşturdu. Bununla birlikte ekiplerin çoğunlukla liyakatsiz olması, kurumların kurumsal hafızasının, kurum kültürünün ve kurumsal kapasitenin baş aşağı gitmesi ve dolayısıyla verimsizliğin her alanda baş göstermesi vaziyetin daha da kötüye gitmesine neden oldu. Açıkçası her alanda çoklu sorunla karşı karşıya kalındı. Bir yere yama yapılırken başka taraflarda derin yırtıklar oluştu. Yani birçok mesele birbirini tetikledi. Enflasyon, hayat pahalılığı durup dururken oluşmadı doğrusu. Öte yandan son dönemde yanlışlardan dönülmeye çalışılsa da buz dağının altındaki devasa meselelerin çözülmesi hemen öyle kolay olmuyor. Belli bir zamana ihtiyaç var. Mehmet Şimşek’in rasyonel politikalara dönmesi ve bu alanda attığı adımların önemli olduğu düşüncesindeyim. Ama bir o kadar da tüm bunların hukuk ve adalet konusunda atılan olumlu adımlarla beslenmesi gerekiyor. Örneğin hukuk güvenliğini yabancı yatırımcı görmeyince yatırımda doğal olarak gelmiyor. Gecenin bir yarısında alınan keyfi bir kararı hiçbir yatırımcı istemez. Öncesinde yabancı yatırımcıyla çalıştığım için rahatlıkla şunu söyleyebilirim. Böylesi bir iklime yatırımcı gelmez. Nihayetinde para kazanamayacağı bir alana adım atmaz.
Diğer taraftan böylesi sıkıntılı bir ortamda emeklilere hak ettiği maaşlar verilemiyor. Ki seçimden bir önceki güne kadar emekliler bir umut maaşlarda artış, iyileştirme bekledi, olmadı. Buna karşın kalabalıkların üç kuruşun bile hesabını yaptığı bu dönemde Kent Lokantaları bazı AK Parti yetkilileri tarafından hor görüldü. Bu büyük bir yanlıştı. “Reis”in bunu görmemesine de kalabalıklar ayrıca içerledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan hep nasıl bilindi. ‘Milletin adamı’ olarak bilindi. Gücünü milletten aldı. Bu güçle de en keskin adımları attı. En zorlu konuları aşabildi. Ama ne oldu? Özellikle son dönemde milletten uzaklaşmaya başladı. Evet, bir önceki seçimde kazandı ama kötü gösteren aynayı yılların tecrübesiyle terse çevirip kalabalıklara aynayı iyi gösterdi. Açıkçası gidecek çok da yolun olmadığı bu seçimle birlikte gün yüzüne vurdu.
Ayrıca Erdoğan sosyoloji de iyi takip eden bir lider olarak belirtilebilir. Örneğin 29 Ekim kutlamalarında sokaklara çıkanlar sadece bir kesimden değildi. Kalabalıklar her kesimden, her görüştendi. Atatürk’ü seven, Cumhuriyet’i önceleyen, hukuk önünde eşit olmak isteyenlerdi. Tüm bu kesimler Cumhuriyet değerleri zedelendikçe ya da hukuk konusunda yaşanan sıkıntılar çoğaldıkça hep içine attı. Bu duygular bir bir birikti. Diğer taraftan Altılı Masa tecrübesi de büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Tüm bu hayal kırıklığı, mağduriyet duygusu İmamoğlu ve Yavaş’da vücut buldu, bir anlamda bu duyguların adresi CHP oldu. Dipten gelen tüm bu tepkiler çıkış yolu olarak CHP’yi gördü de denilebilir. Burada Genel Başkan değişikliğine gidilmesi ve Özgür Özel’in gelmesinin de bu süreci olumlu anlamda etkilediği düşüncesindeyim. Tam da bu noktada, seçim sonuçlarıyla birlikte Özgür Özel’in CHP Genel Başkan’ı olarak yerini sağlamlaştırdığı söylenebilir.
Hep ne söylüyoruz? Erdoğan’ın en büyük gücü milletle olan ‘kolektif empati’ yeteneğidir diyoruz. Yalnız dünkü tabloyla birlikte İmamoğlu’nun Erdoğan’ın bu gücünü büyük ölçüde zayıflattığını söyleyebilirim. Açıkçası yukarıda saydığım birçok konu sebebiyle dip dalga ne zamandır harekete geçmişti ve yönünü arıyordu doğrusu. Bu yönü CHP’ye çeviren en önemli aktörlerden biri İmamoğlu’dur. Bunu da taban siyasetiyle yaptı. Kimseyi ayrıştırmadan, tüm kesimlere seslenerek yaptı. Dolayısıyla bu sonuç İmamoğlu için büyük bir stratejik kazanımdır ama bir taraftan da kendisine yüklenen büyük bir sorumluluktur.
Açıkçası İmamoğlu bugünden itibaren kalabalıklarla kurduğu kolektif empati yeteneğine kibre kapılmadan üzerine daha da artılar ekleyerek ilerleyebilirse önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde en önemli aday olabilir. Bu bağlamda etrafındaki ‘ekibin’ de önemi büyük. Gördüğüm kadarıyla etrafında profesyonel, sağlam bir ekip mevcut. Öte yandan özellikle ‘şunu yanlış yaptınız, bunu yapmayın’ diyen gerçekçi bir ekibin olması da önemli. Bir de Murat Kurum’un etrafındaki ekibin tam olarak profesyonel olmadığı söyleyebilir. Çok hata yaptılar. Hata yaptıkça da elleri ayakları birbirine dolandı. Kampanya konusuna başka bir yazıda değinmek isterim.
Buradan hareketle; İmamoğlu şimdiye kadar liderlik özelliklerinin emarelerini gösteriyordu, yalnız yerel seçim sonuçları asıl belirleyici olacaktı ve bu dönemeci başarıyla geçti. Dolayısıyla bu noktadan sonra İmamoğlu Türk siyasetinin gelecek vadeden bir lideri olarak belirtilebilir.
Son olarak, her ne kadar MHP’nin oy oranı 2019’a göre gerilemiş olsa da MHP'nin bu seçimdeki stratejik kazanımının önemli olduğu düşüncesindeyim. Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında ‘Oyunu Bahçeli kurdu’ demiştim. Bununla ilgili bir yazı da yazmıştım.
Şimdi de yerel seçimlerle ilgili olarak; oyunu yine Devlet Bahçeli’nin kurduğu düşüncesindeyim.