‘Cumhur İttifakı olarak…’

İzmir depremiyle ilgili Kasım 2020’de yazdığım yazıdan küçük bir bölüm:

Keşke deprem konusunda uzmanlarımız daha çok dinlense,

Keşke denetimler tam olarak yapılsa,

Keşke deprem konusunda “kamu ve yerel yönetimler” tarafından belirlenen tüm önlemler ivedilikle hayata geçirilse,

Keşke ülke genelinde deprem ile ilgili bilinçlendirme çalışmaları en hızlı şekilde yapılsa,

Keşke şehirlerimizin bütün yapıları gözden geçirilse,

Keşke riskli yapıların tahliye ve onarım çalışmaları bir an önce başlasa,

Keşke kentsel dönüşüm projeleri rant projeleri olarak görülmese,

Keşke meslek odaları süreçlere daha çok dâhil edilse,

Keşke Kanal İstanbul gibi projelerin yerine ülke genelinde deprem konusunda sürdürülebilir bir duyarlılığın oluşturulması için el birliği ile çalışılsa,

Ve keşke ülke genelinde bir “deprem seferberliği” çoktan başlasa...”

Şimdi bu yazdıklarımın ne kadarı yapıldı diye sormayacağım.

Zira maalesef tablo ortada… Yıllar yılı uzmanlarımız konuşuyor, yazıyor, çiziyor, ama maalesef yapılanlar ortada.

***

Bu noktada, yönetim konusunda birkaç kelam etmek isterim:

“Yönetim süreci; karar alma, uygulama, karşılaştırma ve düzeltici eylemlerde bulunma gibi birbirine bağlı eylemler kümesinden oluşur.”

Bir anlamda yönetim sürecindeki en önemli değişkenlerden biri “karar almak” olarak belirtilebilir.

Açıkçası çok teknik, süslü cümlelerle bu konuyu anlatma niyetinde değilim.

Bir kuruma girdiğinizde sanki işler yönetici yokmuş gibi tıkırında gidiyorsa, burada yönetim sorunu yok denilebilir.

Bir sistem kurulmuş, liyakatli kadrolar işin nasıl yapılacağını biliyor, yetkisini kullanıyor, karar alabiliyor denilebilir.

Karar alırken sağa sola bakınmıyor, korkmuyor, beklemiyor ve ne gerekiyorsa yapıyor demektir.

Şimdi bunu sürekli şikâyet ettiğimiz konuya getirecek olursak;

“Özellikle son dönemde kurumların merkezileşme ile birlikte karar alma kapasitesinin gittikçe azalması, insan kaynağı kalitesinin istenen seviyede olmaması, dolayısıyla kurumsal hafıza ve kurumsal kapasitenin ciddi şekilde örselenmesi. Ve tüm bunlar olurken neredeyse denetim mekanizmasının da işlevsizleşmesi.”

Şu an yaşadığımız birçok problemde önceden gerekli önlemlerin alınamaması, risklerin tam olarak hesap edilememesi, verimliliğin unutulması gibi sebeplerden dolayı halimiz maalesef bu.

Hepimiz çok üzgünüz. Çok büyük bir felaket…

Afet yönetimi uzmanları bas bas bağırıyor... ‘Afet yönetimi arama-kurtarma, depremden sonra çadır kurma, yemek dağıtma değil. Esas yapılması gereken en başta bina stokunun iyileştirilmesidir’ diye…

Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’nun şu cümlesi çok önemli:

“Daha çok kriz yönetim mantığıyla hareket ediyoruz. Risk yönetimi yoksa tek başına kriz yönetimi ile başarılı olmak mümkün değil.”

Yani kriz yaşanmadan önce önlemler gerekli şekilde alınmıyor. Kriz olunca da karman çorman bir vaziyet ortaya çıkıyor.

Böyle olmaz. Olmamalı…

Günlerdir değerli hocalarımızı izliyoruz. Hepsi neredeyse saçını başını yolacak durumda… Kendini tutamayıp ağlayanlar, yıllardır konuşuyoruz, anlatıyoruz, bizi dinleyen olmadı diyenler.

Bilimin bu denli görmezden gelindiği, doğruyu söyleyenin dokuz değil bin bir köyden kovulduğu bir dönem olmadı sanırım.

Bir de oradan buradan üç-beş gram bilgisiyle yıllardır kanal kanal dolaşanları dinlemek de bize nasip oldu maalesef…

Ama artık yeter!

Bilim, bilim, bilim…

Bilim ne diyorsa o.

Bilenler bir adım önde.

Doğrular bin adım önde.

Rantçılar, istismarcılar, yalakalar, fırsatçılar, sinsi sinsi avını bekleyenler… Bin bir adım geride!

Hele bir de doğruyu söyleyen bilim insanlarının, sırf ülkesine bir tutam fayda için çırpınanların üzerine çullananlar var.

Artık bunlara da yeter!

Bilim neyse o. Doğru neyse o.

***

Milletçe bir olmak, dayanışma içinde olmak elbette çok değerli. Ki bunu milyonlar yardımlarıyla, en güçlü şekilde yüreklerini ortaya koyarak gösterdi.

Açıkçası ‘biz’ buyuz. Bizim kolektif hafızamız da bu.

Tam da bu noktada, şunu da belirtmek isterim:

AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in ‘Cumhur İttifakı olarak…’ diye başlayan cümlesi kulaklarımda günlerdir yankılanıp duruyor. Bir türlü gitmiyor, dönüp dönüp duruyor. Allah aşkına böyle bir dönemde söylenecek söz mü bu?

Ciğerimiz pare pare olmuşken

Yürekler zara düşmüşken

Kolumuz kanadımız kırılmışken

Dağ çiçekleri solmuşken

Bacalardan duman tütmezken

Dağ, taş sızım sızım sızlarken

Nasıl söylenir?

Dil söylese bile yürek nasıl dur demez?

Güzelim ülkemiz… Güzelim şehirlerimiz, güzelim dağlarımız, yaylalarımız, köylerimiz, akarsularımız…

Kardeşliğimizle, dayanışmamızla bugünleri de hep birlikte atlatacağız.

Başımız sağ olsun Türkiye’m!

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum