"Birbirimizin yaralarını kanatmaya devam mı edeceğiz?"

Geçen yazıda DEVA Partisi’nin kongresindeki detayları anlatmaya devam edeceğimi belirtmiştim. Zira konuya kongreye damgasını vuran anlar ile başlamak isterim: 

Öncelikle, Babacan ilk defa bu kadar içten bir şekilde siyasete neden girdiğini anlattı. O dönemin koşullarını da ardı ardına sıralamaya başladı. Ülkemizin çok zor ve karanlık günlerden geçtiğini, çok acılar yaşandığını belirtti. Ve “Benim siyasete girdiğim zamanlar da yine böyle acıların yaşandığı günlerdi. 90’lı yılların ağır günlerinin üstüne, 28 Şubat’ın baskı iklimi çökmüştü.” dedi. 

Sesi titreyerek “Benim kız kardeşim” diye başlayan cümlesine devam etmek istedi. Ve tam da o anda olanlar oldu. Sanki yüreğinin en gizli bölmesindeki o döneme ait acılar ortaya saçıldı. Konuşmasına ara verdi, gözleri doldu. 

Tam da Babacan’ın gözleri dolduğunda salondan alkışlar ardı ardına gelmeye başladı. O an salona baktım hemen… Salonda bir şaşkınlık hâkimdi. Alışkın olmadıkları bir tablo yaşanıyordu. Saniyeler içinde kalabalıklardan çok daha güçlü alkışlar, ıslıklar ve tezahüratlar gelmeye başladı. 

Ve işte tam da yaşanan bu duygu selinde; kalabalıklar ve Babacan arasında duygusal bir bağlantı kurulmuş gibiydi. Sanki o anlarda her şey susmuştu, kelimeler yerine sadece duygular konuşuyordu. 

Şimdiye kadar Babacan ile ilgili söylenen neydi? 

Dünyayı tanıyor, iş biliyor, liyakatli, güvenilir gibi hep iyi özellikleri anlatılıyordu. Ama sanki bir şeyler eksikti. Bazı yorumlarda da bürokrat gibi olduğu söyleniyordu. Ve acaba kitleleri ardından sürükleyebilecek bir lider profili çizebilecek mi diye de hep bir merakla izleniyordu. 

Gelinen bu süreçte, birçok konuşmasını takip ettiğim Babacan’ın, kalabalıklar ile kurduğu duygusal bağlantıyla birlikte bürokrat gibi olduğu söylemi de ardında kalmıştı sanki… 

Bu konuyu biraz daha açmak isterim: 

Prof. Dr. Erol Eren Hocamızın liderlik dersinde altını özellikle çizdiği bir konu vardı. (Bu vesileyle, Hocamızı rahmetle anıyorum.)   

“Liderin duygulara dokunmasının önemli olduğu…” 

Yapılan araştırmalar gösteriyor ki; liderin takipçileri üzerinde bıraktığı etki yani liderin insanları etkilemesi, kitleleri harekete geçirmesi çok önemlidir. Bir anlamda lidere hayran olmanın altında aslında liderin kitlelerin duygularına dokunarak kişileri etkilemesi ve dolayısıyla harekete geçirmesi yatıyor. 

Diğer yanda güvenilir, vizyoner gibi özelliklere sahip olmak tabii ki önemli… Ama bu özelliklerle birlikte asıl kitleleri harekete geçiren tam da duygulara dokunduğu andır denilebilir. 

Sonuç olarak, Babacan’ın sesinin titrediği, gözlerinin dolduğu anda kitlelerinde duygularına dokunmuş oldu. Tabii bu duygular sahici olduğu için kitleleri harekete geçirebildi ve insanlar ayağa kalktı, belki de parti kurulduğundan beri ilk defa kalabalıklar aynı anda liderlerini sahiplendiler. 

* * * 

Babacan’ın başörtüsü meselesiyle ilgili yaşadıklarını anlattıktan sonra belirttiği şu cümleler de önemliydi: “Maalesef şimdi de bambaşka bir baskı dönemindeyiz. Adeta ezilenler iktidar gücünü eline alınca değişti, başkalarını ezmeye başladılar. Biz ezilmenin ne olduğunu iyi biliyoruz. Ezilmenin ne olduğunu iyi bilenler başkasını ezmez arkadaşlar.” dedi. 

Bir anlamda, şu anda toplumun birçok kesiminde yaşanan haksızlıklar sebebiyle siyasete yeniden döndüğünü de açıklamış oldu. 

* * * 

Kongrede önemli diğer bir konuda Babacan’ın resimlerinin salonda olmamasıydı. Bu da alışkın olmadığımız bir tabloydu. Ki alışmışız her yerde büyük büyük resimlere… Bu noktada, kadro hareketinin önemli olduğu sürekli belirtildi. Kısa vadede kitlelere belki çok etki etmeyebilir bu durum… Zira insanlar liderin ağırlığına alışkın… Liderin tüm özellikleriyle altının çizilmesini bekliyor ve fakat orta ve uzun vadede bu durumunda değişeceği düşüncesindeyim. Artık konuların ne kadar “en, en” olduğundan ziyade ne kadar fonksiyonel olduğuna bakılıyor. Dönem bunu gerektiriyor belki de… 

* * * 

Karar TV’ye konuşan Diyarbakır İl Başkanı Cihan Ünsel’in partide her rengin, her görüşün olmasıyla ilgili olarak; aynı partide, aynı ortak paydada birbirimizi anlayabilecek düzeyde konuşabilmenin önemli olduğunu belirtmesi dikkat çekiciydi. 

Diğer taraftan, Yönetim Kurulu Üyesi Gülçin Avşar’ın, sahada neler yaşandığına dair sorumuzla ilgili olarak; herkesin acı bir şekilde dolduğunu ve insanlarda hem baskı ortamından hem de ekonomik zorluktan kaynaklanan yorgunluğun olduğunu ifade etmesi ve maalesef sokaklarda yatan insan sayısının arttığını belirtmesi yüreğimi sıkıştırdı doğrusu… 

* * * 

Bir tarafta kongrede öne çıkan başlıklar… Diğer tarafta da ülke olarak yaşadıklarımız… Gelinen bu süreçte şu sorunun sorulmasının zamanı geldi de geçiyor belki de… 

“Birbirimizin yaralarını kanatmaya devam mı edeceğiz ya da yaralarımızı kabul edip, birbirimizi iyileştirecek miyiz?” 

Elâzığ’da, İzmir’de ve geçmişte birçok kentimizde yaşanan depremlerde hepimizin yüreği ağzına gelmedi mi? Hepimiz aynı anda sevdiklerimiz için endişelenmedik mi? Birbirimize yardım etmek için palas pandıras koşmadık mı? Bazen de bir köşede arama kurtarma görevlisi Tahsin Kaymak gibi sessizce ağlamadık mı? Yaralarımızı birlikte sarmaya çalışmadık mı? 

Ve 91 saat sonra kurtarılan Ayda kızımız gibi birçok canımız bizlere umut olmadı mı? 

Maden kazasında kurtulan bir işçimizin ambulanstaki sedyeyi pisletmemek için çizmelerini çıkarmak istemesini görünce şikâyet ettiğimiz birçok konudan dolayı utanmadık mı? 

Hayvanlarımıza, doğamıza verilen tahribatları gördükçe yüreğimiz sızlamadı mı? 

Birçok köyümüzde internetin olmaması sebebiyle, çocuklarımızın, evlatlarımızın derslerini dinleyememeleri hepimizin umudunu kırmadı mı? 

Bir kadımızın, bir fidanımızın hayalleri son bulurken, Aylin Sözer isimli canımız, aslında Sözer gibi birçok canımız bu diyardan göçerken; olmaz olası vahşet haberlerini gördükçe hepimizin bağrı yanmadı mı ve hepimiz feleğe isyan etmedik mi? 

Koronavirüs salgını sebebiyle hep birlikte çaresizlik duygusunu yaşamadık mı? Ya da birbirimizin daha da değerini anlamadık mı? 

Bizlerin canını kurtarmak için çoğu zaman kendi canlarını hiçe sayan sağlık çalışanlarımızın vefat haberleri geldiğinde hepimizin aynı anda yüreği yanmadı mı? 

Prof. Dr. Uğur Şahin ve Dr. Özlem Türeci'nin aşıyı bulmasına hep birlikte gururlanmadık mı? Ve fakat bilim insanlarımızın ülkemizde olmamasına içimiz burkulmadı mı? 

DEVA Partisi’nin ve yakın zamanda gerçekleştirilen Gelecek Partisi’nin kongrelerine basının çoğunluğunun gelmemesi dillerin lal olduğunu, aslında yüreklerin lal olduğunu bizlere göstermedi mi? 

Olay TV’nin kararmasına saniyeler kala, tüm ekiple birlikte Nevşin Mengü’nün yüreklerindeki isyanı bizlere alkışlarla ifade etmesi yüreklerimizi karartmadı mı? 

Velhasıl hepimiz aynı hikâyenin parçalarıyız. Acılarımızla, sevinçlerimizle, hayal kırıklıklarımızla ve en önemlisi de umutlarımızla bir bütünüz… Her ne kadar bazen bunu görmek istemesek de… 

Dolayısıyla şu soruyu tekrar sormak isterim: 

“Birbirimizin yaralarını kanatmaya devam mı edeceğiz ya da yaralarımızı kabul edip, birbirimizi iyileştirecek miyiz?”

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum