“Ah Boğaziçi Üniversitesi”
Birkaç gündür hepimizin dilinde “Boğaziçi Üniversitesi”…
Ne yazık ki bu sefer alışkın olduğumuz başarılarıyla değil, yeni rektör ataması meselesiyle konuşuluyor.
Bir yanda öğrenciler yeni rektörü istemiyoruz diyor. Diğer yanda da üniversite öğretim üyeleri devir teslim töreninde protesto amaçlı rektörlük binasına sırtlarını dönüyor.
Özellikle öğrencilerimizin enerjilerinin böylesi konularla heba edilmesini izlemek son derece üzücü doğrusu…
Oysaki elimizdeki değerlere sıkı sıkıya sarılmamız gerekmiyor mu?
Bizim şu an küresel bir markamızın olmaması üzerine düşünmemiz, tartışmamız gerekmiyor mu?
Aslında küresel bir markanın ortaya çıkması öğrencilerimizin, gençlerimizin fikirlerini özgürce söyleyebilmelerinden geçiyor.
Bir anlamda özgür düşünce ortamının, böylesi bir iklimin oluşturulmasından geçiyor.
Boğaziçi Üniversitesi gibi köklü kurumların, gelenekleri olan kurumların yaşatılmasından geçiyor. Ve böylesi kurumların sayısının artırılmasından geçiyor.
Yani kurumlarımızın yıllar içinde oluşan “kurum kültürlerini” muhafaza etmemizden geçiyor. Bir anlamda paylaşılan ortak değerlerin, düşüncelerin, en önemlisi de kurum birimlerini bir arada tutan yapıştırıcının korunmasından geçiyor.
Ayrıca “kurumsal hafızaya” da sahip çıkmamızdan geçiyor. Aslında kurumun elde etmiş olduğu ve muhafaza ettiği bilgi birikimine de sahip çıkmamızdan geçiyor.
Entelektüel sermayenin başat olduğu tam da bugünlerde, Şehir Üniversite’nin kapatılmasıyla ne elde edildi?
Yıllar içinde oluşturulmaya çalışılan kurum kültürü yok oldu ve maalesef kurumsal hafıza da yerle bir edildi.
Oysaki kurumlarının sermayelerindeki en önemli bileşenler arasında fikir, patent, nitelikli insan kaynağı gibi kavramlar yer alıyor.
Ne kadar fikriniz varsa, ne kadar patentiniz varsa ya da ne kadar yenilik ortaya koymuşsanız işte o kadar ileridesiniz.
Tam da bu noktada, konuyu biraz da detaylandırmak isterim:
Melek ve girişim sermayelerinin Türkiye’deki girişimlere yatırımları, yaklaşık olarak 60 milyon dolardır. Bu rakam, Amerika ve Çin’de, yaklaşık olarak 100 milyar dolar civarındadır. Hindistan ve İngiltere’de, yaklaşık olarak 8 milyar dolar, Almanya’da ise, 6 milyar dolar civarındadır (Türkiye Girişim Ekosistemi, 2018/2019).
Bu rakamlar gösteriyor ki, ülkemizle diğer ülkeler arasındaki rakamlar arasında neredeyse dağlar kadar fark var. Ki bu girişimlerin ortaya çıkması özellikle düşüncelerin özgürce ifade edilmesiyle oluyor.
2020 sonu itibariyle, dünya genelindeki unicorn sayısı 510’a ulaşmıştır. Bizim hâlihazırda, hepimizin gurur duyduğu Türk oyun şirketi “Peak Games” isimli sadece bir adet “unicorn”umuz bulunmaktadır.
Bu sayıyı birin üzerine nasıl çıkartabiliriz, gençleri nasıl bu konuda teşvik edebiliriz diye uğraşmamız gerekirken biz nelerle uğraşıyoruz…
Bizim öğrencilerimize, aslında gençlerimize bu iklimi sağlamamız gerekiyor. Zira böylesi ağır bir iklimde ne yeni fikirler ortaya çıkar, ne inovasyon yapılabilir ne de küresel markalar ortaya çıkabilir.
Bunları yapamayınca da “cari açığın azaltılması gerekiyor”, “yeni iş sahalarının açılması gerekiyor” ya da “reformların hızlandırılması gerekiyor” gibi cümleler sadece söylenir, söylenir.
***
Gelinen bu noktada, ülkelerin teknoloji hâkimiyeti üzerine de birkaç önemli konuyu belirtmek isterim:
Ülkelerin teknoloji hâkimiyetini gruplandıracak olursak; birinci grupta “teknoloji liderleri” yer alıyor. Bu ülkelerin hem sanayisi hem de üniversiteleri çok güçlü olarak belirtilebilir. Ve en önemlisi de üniversite ve sanayi arasında ciddi bir işbirliğinin olduğu da söylenebilir.
Bu gruptaki ülkeler teknolojiyi ilk elden geliştirip pazara ilk olarak sunuyorlar. Bu işin yaratıcı tarafında fikirler uçuyor tabii… İşte bu yüzden düşüncelerin özgürce ifade edilmesi çok önemli… Trilyon dolarlarla ifade edilen piyasa değerleri bu fikirler sayesinde geliyor.
İkinci grupta “teknoloji liderlerinin takipçileri” olan ülkeler yer alıyor. Bu gruptaki ülkelerin sanayileri ve üniversiteleri de güçlü. Bu grupta, hızlı bir şekilde teknoloji liderlerinin peşinden geliştirip, piyasaya sunabiliyor. Bu noktada, teknoloji liderlerini takip ediyor denilebilir.
Üçüncü grupta ise, “teknolojiyi transfer eden ülkeler” yer alıyor. Tam da bu noktada, teknolojiyi geliştiremeyince transfer ediyorsunuz, bir anlamda etmek durumunda kalıyorsunuz.
Bizim gibi ülkeler bu grubun içinde yer alıyor. Ve fakat bizim teknoloji transfer eden değil geliştiren konumuna gelmemiz çok önemlidir. Aslında son dönemde üç numaradan iki numaraya geçiş yapma konusunda çalışmalar hız kazandı denilebilir. Ama bu geçişte, bu sıçramada en önemli konu yeni fikirlerin ortaya çıkmasını sağlayacak bir iklimin tesis edilmesidir. Nitekim kelepçeli üniversite fotoğrafıyla böylesi bir iklimin tesis edilmesinin zor olduğu ortadadır.