Sosyal atalet ve seçimler
Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’ya göre, her birey “habitus” olarak adlandırılan bir sosyal alanda konumlanır.
Bu sosyal alan, bireyin sosyal sınıfını, sosyal ilişkilerini ve sosyal ağlarını içerir.
Büyük ölçüde bilinçdışı olan habitus, insanların dünyayla nasıl etkileşime girdiklerini yöneten beceri ve sosyal kaynakların bir kümesi; bireyin postüründen aksanına, algılama, sınıflandırma, takdir etme, hissetme şeklinden davranış örüntülerine dek çeşit çeşit zihinsel alışkanlıklardan mürekkeptir.
Habitusumuz, sağ duyu hissimiz ve sezgimize dayalı olarak sorunları düşünüp çözmemize yardım eder.
Toplumsal failler olarak, sosyal alandaki etkileşimlerimiz sonucunda, zaman içinde davranışlarımızı, hayat tarzımızı ve alışkanlıklarımızı şekillendirir, habitusumuzu inşa ederiz.
Habitusumuz şekillendikten sonra kolay kolay değişmez! İnsanlarda güçlü bir “statükoyu koruma” temayülü bulunur.
Toplum, fertleri sosyal dünyayı olduğu gibi kabul edip sorgusuz sualsiz kabullenmeye teşvik eder.
Mevcut sosyal düzene karşı çıkmak, yerine farklı bir düzen önermek tehlikeli ve sakıncalı görülür.
Habitusumuzu sorgulatacak yeni bilgilere maruz kalmaktan hassaten kaçınırız.
Yine Bourdieu’nun ortaya attığı bir kavram olan “sosyal atalet”, sosyal sistemlerin ve kalıpların değişime direnme ve mevcut denge durumlarını koruma eğilimini tanımlıyor.
Bourdieu, sosyal ataletin habitus, kültürel sermaye ve sosyal yapılar arasındaki etkileşimden kaynaklandığını savunuyor.
Ona göre “sosyal atalet”, sosyal yapıların ve pratiklerin artık işlevsel bir amaca hizmet etmeseler, hatta belirli kişi veya gruplar için zararlı olsalar bile muhafazası temayülü.
Kültürel normlar, sosyal kurumlar, mevcut iktidar odakları ve tarihi miraslar, sosyal sistemlerde bir istikrar ve öngörülebilirlik duygusu yaratıyor ama anlamlı bir sosyal değişimi başlatıp sürdürmeyi de zorlaştırıyor.
Bireyler ve gruplar, değişimin yıkıcı olacağını veya hayat tarzlarını tehdit edeceğini düşündükleri için statükoyu sürdürmeye yatırım yapıyor, değişime direnç gösteriyorlar.
Bourdieu’ya göre, toplumsal ataleti kırmak, toplumun baskın kültürel değerlerinde ve yapılarında köklü bir değişimi gerektiriyor ve bu da ancak toplu eylem ve statükoya meydan okuyan toplumsal hareketlerle başarılabiliyor.
Habitusun değişmesi zor ama imkansız değil.
Yaşadığımız sosyal, psikolojik, ekonomik, teknolojik gelişmeler bizi zaten değişime yönlendiriyor.
Giderek daha çok hissettiğimiz tıkanıklıklar, değişime karşı direncimizi azaltıyor.
Habitusun değişmesi, hem bireysel hem de toplumsal faktörleri içeren karmaşık bir süreç.
Değişim için bireylerin, mevcut alışkanlıklarını pekiştiren sosyokültürel normlara ve “müesses nizama” meydan okumaları, yeni alışkanlıklar edinmeleri, yeni davranış modelleri geliştirmeleri ve bunları sürdürebilmek için gereken yeni sosyal yapıları ve kurumları kurmaları gerekiyor.
Bir yandan tarihi değişimlerin eşiğinde olduğumuzu, diğer yandan sosyal ataleti hissediyoruz.
Orta yaş ve üstü vatandaşlarımızın mühim bir kısmı, yaşanan türlü çeşitli olumsuzluklara rağmen bütün gücüyle değişime direniyor.
Gençlerin kahir ekseriyeti ise köhne sosyal yapı ve pratiklerin -işe yaramak şöyle dursun- artık kendisine zarar verir hâle geldiğini görüyor.
Bu perspektiften bakıldığında önümüzdeki seçim, korkular içinde ve ümitsizce değişime direnen “ihtiyarlarla”, değişimin artık kaçınılmaz olduğunu gören “gençler” arasında geçecek.
Buradaki ihtiyar-genç dikotomisi biyolojik yaşa bağlı bir kavramlaştırma değil.
Yaşı yetmişi geçtiği halde habitusunu değiştirmeye karar vermiş ihtiyar delikanlılar olduğu gibi, içi geçmiş mütekait dayılar veya ürkek nineler misali değişimden ölesiye korkan gençler var.
Terazinin bir kefesinde belirsiz bir geleceğin ve değişimin yarattığı kaygı, diğer kefesinde artık işlemeyen ve her geçen gün daha kötüye giden bir statükonun yarattığı çöküş ve depresyon bulunuyor.
Bakalım değişime karşı hissedilen korku mu galip gelecek, kokuşmuş düzene karşı hissedilen ikrah mı?
Bakalım toplumumuz sosyal ataleti aşabilecek mi?